Cezaevinden 30 yıl sonra çıkan Ekrem ve Şükrü Akman kardeşler, cezaevinde “yoldaşlık ruhu” ile ayakta kaldıklarını belirterek, “Binlerce yoldaşımız, güneşimiz cezaevindeyken, kendimizi özgür hissetmiyoruz” dedi.
MA’dan Ahmet Kanbal – Kadri Esen’ın haberine göre, Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı Xirabê Ripin köyünde 3 Mart 1992 tarihinde 2 kişinin hayatını kaybettiği olaylar nedeniyle Ekrem ve Şükrü Akman kardeşler ile Hüseyin Bozkurt ve Ömer Çeken’in de aralarında olduğu 47 kişi gözaltına alındı, 12 kişi Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılandı. Müebbet hapis cezası verilen 4 kişi, 30 yıl sonra 24 Şubat’ta tahliye edildi. Bugün 59 yaşında olan Ekrem Akman, Rize Kalkandere; 65 yaşındaki Şükrü Akman, Hilvan Cezaevi; 60 yaşındaki Ömer Çeken, Samsun Bafra Cezaevi ve 65 yaşındaki Hüseyin Bozkurt ise Elazığ Karakoçan Cezaevi’nden çıktı. Kendileriyle birlikte tutuklanan diğer isimler de farklı tarihlerde cezaevlerinden tahliye oldu.
30 yıl sonra 50 torun
Kendi anlatımlarına göre; adli bir vakaya karışan 4 isim, askeri yetkililerin devreye girmesiyle PKK davasından siyasi olarak yargılandı ve siyasi olarak verilen kararlar sonucunda müebbet hapis cezasına mahkum edildi. Cezaevinden çıkmalarının ardından Nusaybin’de ailelerinin yanına dönen 4 isim, cezaevine girdiklerinde Ekrem Akman’ın 5, Şükrü Akman ve Ömer Çeken’in 7’şer ve Hüseyin Bozkurt’un 5 çocuğu vardı. 30 yıl sonra çocukları büyüyen ve aileye karışan 4 ismin, bugün 50’nin üzerinde torunu bulunuyor.
30 yıl sonra cezaevinden çıkan 4 isim, Nusaybin’de aynı gün ayrı ayrı Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu. Aynı sorulara verilen ilk cevaplarda “Arkadaşa katılıyorum” cümlesi ile hem gülüp hem de bizi güldüren 4’lüyle yaptığımız röportajın ilk bölümünde, Ekrem ve Şükrü Akman kardeşlerin sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
Öncelikle cezaevinden başlayalım, Ne zaman, nerede ve neden tutuklandınız?
Ekrem Akman: 3 Mart 1992 yılında İdil’in Xirabê Ribpin köyünde gözaltına alındık. Biz 47 kişi alındık. Bir kısmını bıraktılar, 12 kişi tutuklandık. Aslında köyümüz bağnaz bir köydü. O dönemler Hizbullahçılar vardı. Köyde de Batman’da yaşananların etkisiyle bunlar ortaya çıkmaya başladı. Biz de bu davada gözaltına alınanlar, yurtsever insanlardık. Bizi başta götürmediler. Amcamızın oğlu ile aramızda husumet vardı. Olaylar oldu. 2 akrabamız orada hayatını kaybetti. Ölenlere rahmet diliyorum. İstememiştik bu şekilde olmasını. Bu nedenle biz 12 kişi tutuklandık. 36 yıl hapis cezası verdiler bize. Aslında adli bir olaydı. O dönem DGM’de Ergenekoncular etkindi. MİT ve ajanlar da üzerine gitti ve siyasi olarak yargılandık. Doğal olarak da 30 yıl yattık ve çıktık. Bugün de köyde olan akrabalarımız sesimizi duysunlar istiyoruz. Biz istiyoruz ki; barış elini onlara uzatalım. Bu sorunu çözelim. Başka kötülükler olmasını istemiyoruz. Amacımız, ilk hedefimiz de bu husumeti çözmektir. Akrabalarımızdır sonuçta. Bu nedenle üstüne bir sünger çekilmesini istiyoruz. En azından birbirimize karşı gönlümüz de hoş olsun.
Türkiye’de o dönem nasıl bir hukuk vardı? Gözaltına alındığınızda bu kadar uzun yıllar cezaevinde kalacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Ekrem Akman: Doğrusu biz tahmin etmiyorduk. Ama sonrasında devletin politikasını anladığımızda, nasıl bir sistemin olduğunun farkına vardık. Sonuçta onlar için Kürt olması yeterliydi. Kürt olması, köylere, şehirlere, bölgeye korku verilmesi için yeterliydi. Bu politikayı anladığımızda fazla kalacağımızı biliyorduk ama 30 yıl olacağını tahmin etmemiştik.
Şükrü Akman: Devletin o dönemki politikası, korucu olsun olmasın ya da Hizbullah ya da başka bir şey devletin yanında yer almadan ayakta kalamazdı. Biz bu tür bir şeyi kabul etseydik, 10 insan da öldürseydik, bizi tutuklamazlardı. Pratik meydanda. Kim ne yapmış, ne yapıyor, herkes görüyor. Sırf biz onların istediklerini kabul etmedik diye o kadar ağır bir ceza kestiler. Devletin amacı belliydi. Biz birbirimizi öldürelim, bizi parçalasın. Her yerde de böyle birçok olay ortaya çıktı. Bir de Şırnak bölgesini hedef almışlardı. O dönem Şırnak’ta kim alındıysa, yüzde 25’ine ceza veriyorlardı. Botan milletinin gözünü korkutmak istiyorlardı. Her şeyi yapıyorlardı. Hakimin kendisi adli bir olay olduğunu söylüyordu. Zaaf arıyorlardı, bize hemen ceza vermek için.
Farklı farklı cezaevlerinde kaldınız? 30 yılınız nasıl geçti. Anılarınız ile birlikte anlatabilir misiniz?
Cezaevinde en güzel olan şey yoldaşlık ruhuydu. İnsanı ayakta tutan yoldaşlıktı. İradeli tutan yoldaşlık ruhuydu. Komin birlikte yaşam var. İster zengin ister çobanın ol farkı yok.
Ekrem Akman: Ben ve kardeşim 2014 yılına kadar aynı cezaevindeydik. 22 yıl hangi cezaevine gittiysek beraberdik. Önce Diyarbakır’da kaldık. Sonra 2 yıl Ceyhan’da kaldık. Ardından cezaevini boşaltılar, Antep’e getirdiler, 10 yıl orada kaldık. Sonra isteğimizle Midyat’a geldik, 4 yıl kaldık. Ardından Rize’ye sevk ettiler, 2014 yılına kadar beraberdik. Sonra ailemize yakın bir yere sevk istedik. Kardeşimi Siverek’e sevk ettiler, ben Rize’de kaldım. Kardeşimi tahliyesine kadar Hilvan’da tuttular, oradan tahliye ettiler, ben de Rize’den tahliye oldum. Bu 30 yılda çok fazla anımız var. İyi olan, kötü olan, üzücü olan, sevindiren anılarımız var. Hangisinden başlayacağız, hangisiyle bitireceğiz, onu biz de bilmiyoruz. Ama cezaevinde en güzel olan şey yoldaşlık ruhuydu. İnsanı ayakta tutan yoldaşlıktı. İradeli tutan yoldaşlık ruhuydu. Komün, birlikte yaşam var. İster zengin, ister çobanın ol, farkı yok. Güzel olan odur. Kötü olan ise, zindanda düşman insanın üzerinde oynuyor. İnsanda biraz zaaf olsa kendi yanlarına çekmek istiyorlar. 10 defa pişmanlık yasası çıkardılar. 2004’te ‘eve dönüş’ yani ihanet yasası çıkarıldı. O kadar emek veren insanımızda düşmanın yanına giden vardı. Bu insanı üzüyordu. Biz istemedik o şekilde cezaevinden çıkmayı. Şimdi çıkanlar da var o şekilde ama utanıyorlar insanların arasında kafalarını kaldırmaya.
Ben cezaevinde iken resim çizmeye başladım. Biliyorsunuz F Tipi cezaevlerine geçiş yapılınca, bir şeylerle kendimizi meşgul etmemiz gerekiyordu. Zaten kitap okuyorduk günlük. Cezaevi yaşamında önemli olan birincisi kendini yetiştirmen, ikincisi de kitap okumadır. Kültürel faaliyetler, spor, moral, sohbet ile devam ediyor. O dönem TRT 2’de ressam Bob Ross çıkıyordu. Ben de onu izledim, yapabileceğime inandım. Başladım. Uzun zaman onu kopyaladım. Ondan sonra devam ettim. Bine yakın portre yaptım. Arkadaşlara, aileme dağıttım. Onlar sevindi. Ben de sevindim.
Şükrü Akman: Ben de herkes gibi okudum. Yazmakla uğraştım. Arkadaşlarla iletişim halindeydik. Diyarbakır’da ikinci yılımızdaydık, askerin baskısı üzerimizde vardı. Öyle bir politika vardı ki; kasten gelip ayakkabılarımızı, elbiselerimizi çıkarttırıyorlardı. Biz de yapmayınca saldırıp, darp ediyorlardı. Kaç yıl bu şekilde devam etti. Sonra Ceyhan’a götürdüklerinde bir koğuştaydık, çok fazla sorun yoktu. Ne zaman oda sistemi devreye girdi, her şeyi kısıtladılar. Yarı tecrit başladı. Tecrit başladığında odalar bize farklı geliyordu. Nasıl yaşayacağımızı bilemiyorduk. Ama zaman geçince insan alışmaya başlıyordu. Ben de alıştım. Çok zahmet çektik, tecrit hali bir süre devam etti. Zamanla sohbete izin verdiler. Arkadaşlar arasındaki yaşamda herkes birbirini geliştirmeye çalışıyordu. Örgütlü şekilde olduğunda sorun olmuyor. Arkadaşlar birbirini tamamlıyor, güçlü bir irade olunca şart ne olursa olsun insan kendisini ayakta tutabiliyor. Yoksa iyi değildi yani.
Cezaevinde sağlığın korunması da düşünsel olarak da insanın kendisini koruması önemlidir? Sağlığınızı nasıl koruyordunuz? Örneğin şeker hastalığı ya da diğer hastalıkları olanlar ne yapıyordu?
Ekrem Akman: Cezaevi kendisi zaten hastalık yeri. Çünkü oksijen yok, temiz hava yok, güneş göremiyorsunuz. Farklı yerler, uzak yerler görmüyorsunuz, sürekli aynı rengi görüyorsunuz. Hastalık her zaman var. Hasta düşmeyen yok. Ayakta tutan manevi tedavi, yoldaşlıktır. Zaten eski arkadaşlar neredeyse hepsi doktor olmuş. Ama en önemlisi maneviyat ve kendi yaptıklarımız. Kendi imkanımızla tedavimizi yaptığımız hastalıklar vardı ama yapamayacağımız durumlar için zorluk çekiyorduk. İdareyi de çağırıyorsun, yarım saat cevap vermiyor. Acil gelene kadar, bürokrasiyi aşana kadar bir saat geçiyor. Biri beyin kanaması geçirse, kalp krizi geçirse onun kurtuluşu yüzde 99 olmuyor.
Şükrü Akman: Bir şey lazım olduğu zaman özellikle tedavi için gereken otları arkadaşlar dışarıdan istiyor. Doğrusu, arkadaşlar içerde doktorlardan çok birbirine yardımcı oluyor. Ama hepsinden önemlisi moraldi. Bir arkadaşın hasta oldu ona moral verdiğin zaman o hastalık bir şekilde yeniliyordu. Yardımlaşma bu şekildeydi. Başka bir çare arama şansımız yoktu. Cezaevinin şartları neyse o şartlarda bir şeyler bulmaya çalışıyorduk.
30 yıl boyunca dışarıda toplumsal, siyasi, teknik olarak çok fazla değişiklik oldu. Cezaevinde dışarıdaki değişimi nasıl görüyordunuz? Nasıl değerlendiriyordunuz?
Ekrem Akman: Aslında dışarıyla ilişkimiz hiç kopmadı. Gerek televizyon gerekse de ziyaretçiler yardımıyla. Takip ediyorduk, dışarıda ne oluyor, ne olmuyor? Haberimiz vardı ve buna göre kendimizi hazırlamaya çalışıyorduk. Kitap okuyorduk daha çok. Değişimlerden haberimiz vardı, çok yabancı değildik. Televizyondan hepsini izliyorduk. Ama sorsanız; ‘Ekrem telefonu ne zaman gördün?’ diye, ilk olarak televizyondan gördük. Bizim de bu şekilde kullanacağımızı düşünüyorduk. İlk çıktığımızda çok acayip geldi. Çocuklarımız gösterdi nasıl kullanacağımızı. Cezaevine yeni gelen arkadaşlarımız neler olduğunu anlatıyordu. Facebook, Twitter bunları biliyorduk. Teorisini biliyorduk ama pratiğimiz yoktu. Zorluk çekeceğimizi biliyorduk. Çektik de teknolojiden bayağı ama alışıyoruz.
Şükrü Akman: Yeni gelenler bize içerde her ne kadar anlatsa da pratik olmadığı zaman teoride kalıyor. Bu nedenle dışarıda baya zorluk çektik. Bir dünya vardı girerken, yeni bir dünya olmuş. Şehir bile toprak bile kendisi gibi kalmamış. İnsan, insanın ahlakı eskisi gibi değil. İletişim, diyalog eskisi gibi değil. Oturup, kalkması, giyiminden kuşamına hiçbir şey eskisi gibi değil. Her şey değişmiş. Hepsini gördüğümüzde biraz kötü olduk. Mecburuz bunları öğrenmeye. Kendi başıma şehirde gezmeyi halen bilmiyorum. Çocuğun biri bir gün görüşümüze geldiğinde en çok neyi özlediğimizi sordu. Düşündüm ne sorudur diye. Ekinlerimize giren kurdu zarar vermesin diye öldürmeyi özlediğimi söylemiştim. Baktım şikayet etti beni. Söylediğime pişman oldum. Neden böyle yapıyor diye düşündüm. O nedenle zindanda ne kadar okusan da duysan da pratik olmadığı zaman olmuyor.
Özgürlüğünüz 30 yıl elinizden alındı, Şimdi dışarıdasınız. Sizin için özgürlük ne anlama geliyor?
Esaret altındayım. Cezaevinde iken de fikir olarak özgür olduğumuzu düşünüyorduk. Özgürlük hep birlikte özgürlük olur.
Ekrem Akman: Bizim için aslında cezaevinden çıkmak özgürlük demek değildir. Çünkü toplumumuzda özgür olan yok. Hepsinden öte Güneşimiz özgür değil. Bunları göz önüne getirince özgür değiliz. Binlerce yoldaşımız içerde kaldı. Biz bu halimizi özgür olarak değerlendirmiyoruz. Daha önce dışarıda serhildanlar dönemiydi, birlik vardı. Güven vardı. Şimdi güven kalmamış, ilgi alanları değişmiş. Bizim için özgürlük; yoldaşlarımızın hepsi serbest bırakıldığında, Güneşimiz özgür olduğunda, halkımız özgür olduğunda hep birlikte özgür olacağız. Ama bu şekilde özgür değiliz.
Şükrü Akman: Aslında tahliye olunca çok sevindim ama o kadar arkadaşımız içerde kaldı, boğazım düğümlendi, konuşamadım. Şimdi de acısını çekiyorum. Çünkü binlerce tutuklu arkadaşımız var ve Güneşimiz devletin elinde. Bu yüzden bu şekilde olmayı özgürlük olarak görmüyoruz. Dışarıda da olsam, başka bir yerde de olsam, bu şekilde özgür değilim. Esaret altındayım. Cezaevinde iken de fikir olarak özgür olduğumuzu düşünüyorduk. Özgürlük hep birlikte özgürlük olur. Hep birlikte olmazsak özgür değiliz.
Cezaevine girerken kardeşleriniz, küçük çocuklarınız vardı. Şimdi evli olanlar ile birlikte torunlarınız, akrabalarınızın çocukları, torunları var. Tahliye olduğunuzda torunlarınız, evlenmiş çocuklarınız, akrabalarınız ile bir araya geldiğinizde neler hissettiniz?
Ekrem Akman: En çok zorluğu orada çektik. Ben tutuklandığımda 5 çocuğum vardı. Küçüktüler, üst üsteydiler. Civciv gibi üst üsteydiler. Annemiz vardı, çocuklarımız vardı. Köydeydiler. Ama sonra 5 defa ayrı ayrı göç ettiler. Nereye gittiler, orayı yıktılar! En son Nusaybin’e geldiler. Küçük çocuklar ile birlikteydiler. Başkalarının çocukları parklara giderken, bizimkiler pamuk toplamaya gidiyorlardı. Çapa yapmaya gidiyorlardı. Su satıp geçimlerini sağlıyorlardı. Hatta yeri geldiğinde çöpten yemek topluyorlardı. Bunu biz tahliye olduğumuzda anlattılar. Büyüdüler, kendilerine ev yapıp, evlendiler. Çocukları oldu. Benim şu an 17 torunum var. Ben cezaevindeyken 3 tanesi beni, ben de 3 tanesini tanıyordum. Görüşüme geldikleri için o da. Bırakıldım, karşılamaya geldiler, kimseyi tanımadım. Ne torunlarımı, ne akrabalarımı tanımadım. Kim olduklarını söylüyorlardı ama 10 defa soruyordum bu kimdir diye. En zor olan buydu. İnsanın zoruna gidiyor. Sen cezaevindesin özgür değilsin. Annemiz, teyzelerimiz, halalarımız hayatını kaybetti. Bir baş salığına gelemedik. Bundan daha zor olan bir şey var mı? Çocuklarımız evlendi, düğünlerini göremedik. Bundan daha zor ne olabilir? Torunlarımız oldu, getirdiler, gördük, sevindik. Onları tanımıyorduk, onun mahcubiyetini yaşadık. Bunlar zordu. Halen de tanımadıklarımız var o da zahmetli oldu.
Şükrü Akman: Benim de 7 çocuğum var. Cezaevine girdik, çocuklar bir başına kaldı. Bizi sevindiren çocuklarımız anneleriyle birlikte mücadele etti ve birbirlerini terk etmediler. Defalarca göç yollarına da düştüler, eziyet de çektiler ama kötü yola düşmediler. Birlikte yaşayıp, kolayı da zoru da birlikte aştılar. Hayatını kaybedenler oldu, onlar bize zor geldi. Nefesimizin daralmasına neden oldu. Ama bunlara rağmen özgürlüğümüz bizim için her şeyin önündeydi. 10 tane torunum var, halen hepsini tanıyamıyorum. Misafir geliyor, evde gelenlere yardım ediyorlar, ben halen bu kim diye soruyorum. Bunun zorluğunu çekiyorum. Ama mecburuz yaşam bu sonuçta.
Cezaevinden çıktıktan sonra zamanınız nasıl geçiyor?
Cezaevinden çıktık ama özgür değiliz. Adaptasyon sağlamakta zorluk çekiyoruz. Toplumda her şey değişmiş. Bu yüzden zorluk çekiyoruz.
Ekrem Akman: Dışarıda zamanımız sıkıntılı geçiyor. Evet, cezaevinden çıktık ama özgür değiliz. Adaptasyon sağlamakta zorluk çekiyoruz. Toplumda her şey değişmiş. Bu yüzden zorluk çekiyoruz. Mesela örnek olarak söyleyeyim: 30 yıldır cezaevinde kendi içimizde küfür etmedik. Bu bize acayip geliyor. Bir yerde oturuyoruz, bakıyoruz toplumun içinde insanlar birbirine çok rahat küfür edebiliyor. Şaşırıyoruz. Bazen uyarıyoruz yapanları. Ama böyle olmuş. Bir de kime yakın duracağımızı bilmiyoruz. İlişkiler çok değişmiş. Sabah sporumuzu yapıyoruz sağlığımız için. Kitabım yarım kalmıştı, onu tamamlamaya çalışıyorum. Zindanda Kapanış diye başlamıştım kitaba, onu Yeniden Doğuş olarak yazmaya devam edeceğim. Çıktığımdan beri resim yapmadım gelen giden oluyor, fırsat bulamadım. Ama ilerleyen zamanlarda imkan olursa çok yoksul çocuklarımız var. Onlara destek için bir yer açmayı planlıyorum. Cezaevindeki arkadaşlara mektup ve kitap gönderdim ilk olarak. Kendi çektiğimiz resimler oldu, onları gönderdik. Şehirde araba ile gezerken yanımda birileri oluyor, onlar şehri bana tanıtıyor. O şekilde geçiyor hayatımız.
Şükrü Akman: Ben de ailenin içinde geçiriyorum zamanımı. Arkadaşlara mektup yazıp gönderiyorum. Zaman olursa kendi telefonum ile çektiğim fotoğraflar var onları göndereceğim. Bir de kitap taslağım vardı, o zaman göndermiştim aileye. Onu Almanya’ya göndermişler, onu istedim düzenleyeceğim. Sporumu yapıyorum: 30 yıl cezaevinde vazgeçmedim spordan dışarıda mı vazgeçeceğim. Ama kitap okuyamıyorum ziyaretlerden dolayı.
Çıktığınızda ilk yapmak istediğiniz şey neydi? Yapabildiniz mi?
Ekrem Akman: Köyümüz İdil’deydi. Burada Türkçede Cehennem Deresi denilen bir yer var ama aslında Cennet Deresi. Orada her taşında, her mağarasında benim anılarım var. Buraların tamamını gezmeyi istiyorum. Çıkınca köyümün etrafını, her yerini gezmek istiyordum. Köyün üstüne çıkacak her yeri doyasıya izleyecektim. Aşağılara dereye inip, balık tutacaktım. Eski anıları tazeleyecektim. Ama şimdi Nusaybin’deyiz. O da memleketimiz, şirindir ama İdil’de, anılarımız var. O anıları tazelemek istiyordum ama yapamadım. O imkanımız da şu an yok. Bu sorunları çözersek, o hayalimiz var. Bakalım görüşmeler yapacağız, umarım sorunları çözeriz.
Cehennem Deresi denilen bir yer var ama aslında Cennet Deresi. Her taşında, her mağarasında benim anılarım var. Buraların tamamını gezmeyi istiyorum.
Bir de çocuklarımız küçüktü biz girdiğimizde. Şimdi cezaevinden çıkınca çocuklarım bana “baba” dediğinde acayip acayip bakıyorum. Çünkü birlikte kalmadık. 30 yıl içerde kaldık ve hep “heval” diye seslenildi. Zamanında Diyarbakır Cezaevi’ndeyken de küçük oğlum gelmişti. Pencerenin üstünde “baba, baba” diyordu. Yine acayip geliyordu. O zaman bana “baba demeyin. heval deyin” demiştim. 5 dakika bana baktı baktı “Heval baba desem olmaz mı” dedi. Güldük ve “senin düşüncen de güzel” demiştik. Çektiğimiz zorluklardan biri de bu.
Şükrü Akman: İstediklerimizi yapmaya çalışıyoruz. Ben Nusaybin’i rüyamda bile görmemiştim. Tanımıyordum. Tahliye olunca Kürdistan’ın tamamını gezmeyi istiyordum. Biraz içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı her yeri gezemiyoruz da. Bu da hayal olarak kalacak diye görünüyor. Eğer imkan olursa bu hayalimizi gerçekleştirebileceğiz. Köyümüzün gerçekten her ağacında, her taşında, her mağarasında anılarımız var. Bu nedenle isteğimiz oraları görmek. Orada olmak isterdik ama ona da imkan yok. Ama yine de bir defa olsun oraları görebilseydik güzel olacaktı.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Ekrem Akman: Ben Rize’deydim. Hacı (Şükrü Akman) şanslıydı. Kürdistan’daydı. Ben diyordum, çıkınca doyasıya Kürdistan’ın suyundan içeceğim. Temiz havasını içime çekeceğim. Gerçeği bilmiyordum Nusaybin’in havasının bu kadar tozlu olduğunu. Çekeceğim, güzel bir oksijen almayı bekliyordum. Bu da benim hayalimdi. Yavaş yavaş hayata geçiriyorum. Son olarak cezaevinde çok zorluk gördüm. Cezaevi kendi başına işkence yeri. Belki başlarda fiziki yapıyorlardı ama son zamanlarda politik ve genel daha kötü işkenceler gördük. Her insanın hayalleri var. Her insanın iddiaları var. Ben bu hayallerimin, iddiamın peşinden gideceğim.
Şükrü Akman: Öncelikle bir kitabım var, onun üzerinde çalışacağım. Ama iddiamızın peşinde koşmaya devam edeceğim. Geri dönmeyeceğim. Nasıl özgürlük istediysek, halkımız için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız.
(sg)