İnsan hakları, eşitlik mücadelesiyle ve ayırımcılığa karşı duruşu ile bilinen ve bu anlayışı İl Başkanı olduğu CHP bünyesinde de sürdüren Canan Kaftancıoğlu‘nun mahkûmiyet kararı gerçekten üzücüdür.
2013 yılına ait tweetler nedeniyle kendisine verilen cezayı onaylayan Yargıtay’ın bu kararına karşı duyarsız ve ilgisiz kalmayı insanlık adına bir eksiklik ve ayıp görüyorum.
Canan Kaftancıoğlu’nun politik-ideolojik ve inanç çizgisinde değilim, ancak “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan” çizgisinde olmamak için mağdurun yanında olmayı insani, ahlaki ve İslami bir zorunluluk olarak görüyorum.
Özellikle meseleyi ideolojik veya politik bir ayrışma nedeni olarak görüp açık bir haksızlığı görmezden gelmeyi inanç değerlerim açısından da kabul etmem mümkün değildir.
Ceberut bir düzende ve tek adam rejiminde benzer uygulamalara neredeyse her gün rastlıyoruz. İktidar uygulamaları açısından bakıldığında ortada pek de yadırganacak bir durum yok.
Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede verilen kararların hukuka uygun olup olmadığı tartışmalarının pek yararı olmadığı kanaatindeyim.
Bu bağlamda Yargıtay’ın, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında verdiği kararın siyasi olduğunu iddia etmenin, haksız bir yönünün olmadığını düşünüyorum.
Esas sorun; hak ihlalleri, hukuksuzluk, haksızlık, ayırımcılık ve adaletsizlik karşısında bizim takındığımız farklı tutumdur.
Hukuku, adaleti ancak hukuksuzluk ve adaletsizlik bize yapıldığında hatırlıyorsak, sorun daha da büyük demektir.
Yoksa alınan bu karar, ilk olmadığı gibi bu iktidar devam ettikçe son da olmayacaktır.
Yüzbinlerce insanı “terörist” olarak damgalayan aynı mahkemeler değil mi?
KHK ile on binlerce insanı görevinden uzaklaştıran siyasi iradeye, “meşruiyet” kazandıran bu mahkemeler değil mi?
Binlerce insanı haksız yere tutuklayan, ağır cezalara mahkûm eden bu mahkemeler değil mi?
AİHM yargısını yok sayan ve verdiği kararları dikkate almayan yine bu mahkemeler değil mi?
Bizler, hep birlikte ideolojik ve politik ayırım yapmadan bu hukuksuz karalardan hangisine gereği gibi itiraz ettik, etkili muhalefet yaptık veya karşı bir duruş sergiledik?
Genel olarak toplum ve muhalefet açısından hak ihlallerini ve mağduriyetleri değerlendirdiğimizde, bir kutuplaşma veya karşılıklı duyarsızlığın hâkim olduğu görülmektedir.
Bu tablo karşısında iktidar uygulamaları zulüm ise toplumsal duyarsızlığımız da utanç vericidir.
Mağdurun kimliğine bakmadan yapılan haksızlık ve uygulanan hukuksuzluk karşısında duyarlılık göstermek insan olmanın gereğidir.
İnsan olmanın asgari gereğini dahi yapmayan bir toplumda hakkın, hukukun, adaletin hâkim olması da düşünülemez.
Müslümanlık iddiasında olan bizlerin haksızlık karşısında duyarsız kalmamamız, insanlık görevimize ilave olarak İslami bir sorumluluğumuz olduğunu da hatırlatmak isterim.
Sadece kendi mağduruna, kendi mazlumuna ve kendi haklarının ihlali karşısında duyarlılık göstermek insani de İslami de değildir.
Ayırım yapmadan Türk-Kürt, Müslüman-Gayri Müslim, iktidar-muhalefet bir bütün olarak zulüm ve haksızlık karşısında ortak bir dayanışma içinde olmadığımız ortadadır.
Biliyoruz ki Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza, CHP İl Başkanı olmasından dolayı değildir, bir insan hakları savunucusuna, aktif bir muhalife, siyasete ve siyasetçiye verilmiştir.
Bu durumda verilen mahkeme kararlarının mağduru olanın kim veya hangi ideoloji ve politik çizgide olduğunun hiçbir önemi yoktur.
Özellikle siyasetçiyi yargı sopasıyla sindirmek siyaseti ve yargıyı tahrip ettiği gibi ifade özgürlüğümüzü, siyasi tercih hakkımızı, can ve mal güvenliğimizi de tehdit etmektedir.
Bugün kendisini tehdit altında görmeyenlerin, yarından emin olmaları için haklı bir gerekçeleri yoktur.
Bugün tepki vermediğimiz, duyarlılık göstermediğimiz, görmezden geldiğimiz, sessiz ve suskun kaldığımız bir haksızlık hiç kuşkusuz gün gelir bizi de bulacaktır.
Boşuna denmemiştir;
Susma, sustukça sıra sana gelecek!
Tarihte bunun çokça örnekleri vardır. En çok bilinen örneklerden birini hatırlatmak isterim:
Rahip Martin Niemöller, Almanya’da Nazilerin ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda, toplumun içinde bulunduğu ruh halini kendisinden örnek vererek şöyle anlatıyor:
Önce sosyalistler için geldiler, ben sosyalist olmadığım için sesimi çıkarmadım.
Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için sesimi çıkarmadım.
Sonra Yahudiler için geldiler, Yahudi olmadığım için sesimi çıkarmadım.
Sonra benim için geldiklerinde, benim için sesini yükseltecek kimse kalmamıştı!
Başkaları için sesimizi çıkarmazsak, sıra bize geldiğinde bizim için ses çıkaracak kimse bulamayız!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Serhat News’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.