31 Mart seçimlerinde sadece Van Büyükşehir Belediyesi’ni değil, şehrin bütün ilçelerini kazanan DEM Parti bir “Van modeli” yaratabilecek mi? Büyükşehirle birlikte kentin 13 ilçesini birden kazanan bir partinin “halkçı, ekolojik ve kadın özgürlükçü şehirler” iddiası nasıl hayata geçecek? Kayyım tehlikesine karşı belediye eş başkanları ne diyor? Eş başkanlık sistemi işliyor mu?
Hatırlatalım… DEM Parti geleneğinde kadın/erkek eşitlik kotasının kabulü 2005 yılına dayanıyor. Osman Baydemir’in ilk kez Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçildiği dönemde (2004) şehre zorla göç etmek zorunda kalan yoksul kesime yönelik olarak halkçı belediyecilik pratikleri de şöyleydi: Ortak tandır ve çamaşır evleri, kooperatifler, kadın sığınma evleri, kadın danışma merkezleri, öğrenci ve kadınlar için eğitim kursları… O dönem için “Diyarbakır modeli” deniyordu belediyecilik pratikleri için.
Tabii ki sosyoloji değişti yıllar içerisinde… O yoksul evlere çamaşır makineleri girdi.
2016 ve 2019 yıllarında uygulanan ve hâlâ devam eden kayyım siyasetinin tahribatını gidermek için öncelikler de değişti.
Van’da mazbata krizi sonrası üç gün süren öfkenin yerinde şimdi sakinlik, çok çalışma motivasyonu ve halkla iç içe olma hali var. Bunu eş başkanlarının ruh hali ve onlarla yaptığım görüşmeden çıkarıyorum. Çünkü bir gecede yoksul, varsıl ve orta sınıf olarak kategorize edebileceğim üç düğün gezen, günde yüzlerce insanın elini sıkan, çocukların bile fotoğraf çektirmek istediği iki güçlü figürden söz ediyorum: Neslihan Şedal ve Abdullah Zeydan…
“Halkımız gururuna yediremedi ve görkemli bir sahiplenme ortaya çıktı”
Zeydan mazbata krizinin çözülmesi sonrası Vanlıların ruh halini şöyle açıkladı:
“Adaletin yerini bulma duygusunun başarıya ulaşması olarak görüyor insanlar. Çünkü çok açık bir siyasi kumpas vardı. Bir yargı tuzağı vardı maalesef. Halkın iradesine, millet iradesine büyük bir saldırı vardı. Parti ayrımı yapmaksızın bütün Van halkına karşı yapılan bir saldırıydı. Herkes gibi, her halk gibi burada yaşayan insanlar için de iradeleri kendi onurlarıdır, kendi haysiyetleridir. Halkımız gururuna yediremedi ve görkemli bir sahiplenme ortaya çıktı. Büyük bir kamuoyu desteği, büyük bir dayanışma, adalet, hukuk, vicdan ve demokrasi etrafında buluştu. Yüksek Seçim Kurulu da bütün bu dayanışmanın da ortaya çıkardığı sinerjiyle birlikte hukuktan yana, adaletten yana bir tutum ortaya koydu. Bu aslında bir umut da yarattı. Türkiye’nin geleceği anlamında adaletin yerini bulması, hukukun tesis edilmesi, demokrasinin olması, birlikte onları özgür yaşam iradesini daha da güçlendirmesi anlamında büyük bir umut da yarattı. Demek ki eğer insanlar vicdanlarını dinleyip adaletin, hukukun demokrasinin yanında dururlarsa adaletin yerini bulacağına şahit oldular.“
Kendisi sosyolog olan Neslihan Şedal da bu durumla ilgili şu yorumu yaptı:
“Van’da çok ciddi bir motivasyon var. Ciddi bir mutlu olma hali var çünkü insanların kendi iradelerine sahip çıkması, o direniş süreci ve kendi iradeleriyle kentin yönetiliyor olması insanları mutlu ediyor. İnsanların inançlarını yükseltebiliyor geleceğe dair. Zorlayan, tıkanan bir sürecin yeniden umut vadeden bir sürece, geleceğe dönüşmesine dair bir motivasyon var. Bunun bir sürü sebebi var. Uzun bir dönemdir kentlerimiz abluka altındaydı. Kayyım gaspı söz konusu, iradeyi hiçe sayan uygulamalarla karşı karşıyayız. Dolayısıyla insanların kendisini göremediği, sözünün yok sayıldığı bir durumda insanın kendisine dair bir şey kalmaz, toplumsallığına dair bir şey kalmaz. Haliyle yeniden bunu yakalayabilmek, insanları mutlu ediyor. Yeniden kendini görebilmek, kendisini o kente ait hissedebilme duygusunun bu süreçte görebiliyoruz. “
– Somut olarak kayyımlar nasıl bir tahribat yaratmış? Abdullah Zeydan’ın verdiği örnekler, kayyımın yerel yönetim anlayışını ortaya koyar nitelikte…
“Kayyımlar, hiçbir zaman bu kentleri kendi kentleri olarak görmediler. Burada yaşayan insanları kendi insanları gibi görmediler. Van’da yol yapmamışlar, kanalizasyon yapmamışlar, arıtma tesisleri yapmamışlar, yeşil alan oluşturmamışlar, park bahçe oluşturmamışlar.
Van, birinci dereceden deprem bölgesi; afetlere yönelik, depreme yönelik ne deprem öncesi ne deprem anında ne deprem sonrası için hiçbir hazırlık yapılmamış. Düşünebiliyor musunuz birinci dereceden deprem bölgesi… Her an depremle yüzleşeceğimiz bir gerçeklik olmasına rağmen Van’da bir Afet Koordinasyon Merkezi yok. Biz hemen çalışmalarımızı başlattık. Önceliğimiz bu şu anda…”
Neslihan Şedal da yerel yönetimlerin o kentte yaşayan insanlar için ne anlama geldiğini, yine sosyolog kimliğiyle şöyle anlattı:
“Yerinden yönetim, kendini yönetebilme halidir. Van ve dolayısıyla aslında kentler uzun bir dönemdir kayyımla yönetilmek istenen kentlerdi. Bu kentlerin toplumsal ihtiyaçlarına, insani ihtiyaçlarına dair de hiçbir sorununun çözülmediği, ihtiyaçların giderilmediği bir durumla karşı karşıyalar. Dolayısıyla yerel yönetimler burada çok büyük anlam ifade ediyor. Çünkü siz yerel yönetimler aracılığı ile, kurumsallaşması aracılığı ile o kentteki sorunları çözersiniz, o kentin ihtiyaçlarını karşılarsınız.
Kentin, kentteki insanların neye ihtiyacı vardır bunu çözmeye çalışırsınız. Alt yapı, üst yapı, yol ihtiyacı, su ihtiyacı, sosyo kültürel, ekonomi faaliyetler, yerel yönetimlerin eliyle çözülmeye çalışılır. İstihdamlar açılır. İnsanların her türlü sorunu yerel yönetimlerin eliyle, öncülüğüyle pekala çözülebilinir. Dolayısıyla bizlerin yerel yönetimler pratiğine baktığımızda tamamen hizmet odaklı, toplumcu, halkçı, halkı da bunun öncüsü olarak gören bir yerel yönetimler modelimiz var.”
9 milyar TL borç nasıl oluştu?
Abdullah Zeydan: Belediyemiz şu an 9 milyar TL’lik bir borçla karşı karşıya. Peki, bu hizmetlerin hiçbiri yapılmamış da ne yapılmış? Belediyenin hizmetleri içerisinde yer almayan çok sayıda okul yapılıp Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmiş. Tabii ki okul yapılacak, buna karşı değiliz ama MEB’in milyarlarca lira bütçesi var. Tersinden bir empati yaptığınız zaman düşünün; Milli Eğitim Bakanlığı yapması gereken işleri bıraksın, gelsin belediye için yol yapsın, arıtma tesisi yapsın, kanalizasyon yapsın, içme suyu şebekesi yapsın ama okul yapmasın. Ve bunları da kendi bütçesinden yapsın, biter bitmez de belediyeye devretsin. Üstelik bu binaların yapımı için yüksek faizlerle kredi çekilsin. Bu kabul edilebilecek bir şey değil.
“2 milyar 200 milyon TL bakanlıklar için harcanmış, geri ödemeleri 5 milyar TL”
Aynı şekilde Sağlık Bakanlığı, Spor Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı için de inanılmaz paralar harcanmış. 2 milyar 200 milyon TL para harcanmış. Para olmadığı için gidip bankalardan kredi çekildiği için bunların bugünkü geri ödemeleri yaklaşık 5 milyar TL. Sadece bir örnek vereyim size, mayıs ayında VASKİ’nin (Van Su ve Kanalizasyon İdaresi) bir kredi borcunu ödedik, 20 milyon liraydı. Bunun sadece 2 milyonu ana paraydı. 18 milyonunu ise faize ödedik.
Bir örnek daha vereyim. Van Gölü çok önemli değil mi. Biyolojik atık su arıtma tesisimiz var. Ama kapasite eksikliğinden dolayı kanalizasyon sularının bir kısmı göle akıtılıyor. Bu korkunç bir şey. Gölün ekolojisi, çevre sağlığı, canlıların ve insan sağlığı, Van Gölü havzası için… Bu tesisin kapasite artırımının yapılması gerekirken belediyenin kaynakları Spor Bakanlığı için bir spor salonu yapımına aktarılmış. 300 milyon lira… Spor salonu da bakanlığa verilmiş.
“500 kişinin çalışması gereken yere 2000 kişi alınmış!”
Başka bir örnek; 500 kişinin çalışması gereken yere 2000 kişi alınmış. Son altı ayda seçim vaadiyle işe alınan çoğu varlıklı olan kişilerin iş akitlerini feshetmek zorunda kaldık. Üstelik bu işe alımlar ahbap çavuş ilişkisiyle torpille, rüşvetle olmuş. Bazı bürokratların yakınları, bazı AKP’li seçilmişlerin yakınlarıyla doldurmuşlar belediyeyi.
“Kayyımlar atandığından beri kadına yönelik şiddet çok derinleşti”
Neslihan Şedal: Özellikle seçim sürecinde çalışma yürüttüğümüzde, ki öncesinden de gidiyorduk, 21.yüzyılda şebeke suyunun gitmediği evler var. Kendilerine fikriyat olarak yakın olan insanlar da hizmetlerden yoksun bırakılmış. Hala birçok alt yapı, üst yapı sorunu var, kanalizasyon sorunu var bu kentin. Kültür merkezlerinin kapatılmış olması, kadın kurumlarının kapatılmış olması… Bunlar ciddi anlamda yaşanan sorunları daha da derinleştirmiş oluyor. Dolayısıyla bu sorunları da somut anlamda aslında çözmemiş oluyor. Mesela kayyımlar atandığından beri kadına yönelik şiddet çok derinleşti. Kadın katliamlarının oranı yükseldi. Giderek derinleşen bir yoksulluk var. Giderek yozlaşan bir kültür var. Derinleşen kadın kırım politikaları var. Bizler yerel yönetimler öncülüğünde, eliyle bu sorunlara çözüm bulabilecekken kayyımların atanması ile birlikte bu sorunların hepsi derinleşti.
Sekiz yıl içerisinde her anlamda çok büyük bir tahribat yaratıldı. Sadece ekonomik anlamda değil. Sadece belediyeler borç batağına sürüklenmedi. Aynı zamanda toplum üzerinde çok ciddi sosyolojik tahribatlar da yaratıldı. Mesela bu kente çok dilli kreşler vardı, kapatıldı. Her kültüre hitap eden kültür merkezleri vardı, bunlar işlevsizleştirildi. Kadın kooperatifleri kapatıldı. Mesela neden inşa ettiğin kurumu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na devredersin ki, sen yap, bunun çalışmalarını yürüt ya da bir tane sağlık ocağı mı açılmış kalsın belediyenin bünyesinde. Ya da bunun gibi işte kreş mi yaptın, belediye bu kreşin hizmetini versin, belediyeye ait olsun o bina… Ama bizler geldiğimizde bu alanlarda çalışma yürütemeyelim diye hem borç yığını bırakılmış hem de kreş açmak istesek mesela bir bina kiralayacağız. Bu sefer karşımıza tasarruf tedbirleri genelgesi çıkarılacak… Mesela bu binalar devredilmemiş olsaydı, belediye üzerinden de çok iyi hizmetler yapılabilinirdi.
Elbette ki bizler bu borçlara, yaratılan tahribatlara bakarak iş yapamaz hale getirilmeyi bir psikolojik ruh haline getirmiyoruz. Çünkü biz bir direnişten çıktık. Yani bir direniş sonucu o mazbatayı aldık ve işimize başladık. Dolayısıyla halkın bizim arkamızda olması, yanımızda olması bize çok ciddi bir motivasyon ve inanç kaynağı oluyor.
– Van’da belediyenin kendi sosyal medyasından teşhir ettiği “Belediye çöpleri toplamıyor” algısını yaratacak “kimliği belirsiz” kişilerin eylemleri de oluyormuş. Zeydan kolluğun bu kişilerin tespit ve yakalanmasında gönülsüz olduğunu söyledi.
Abdullah Zeydan: Çöp toplama saatleri belli. Bizim arkadaşlarımız, emekçilerimiz gidip o çöpleri topluyorlar. Fakat o saatten hemen beş dakika sonra getirip yine çöp konteynerının içine değil de etrafına çöpleri saçıyorlar. Sanki biz çöp toplamıyormuşuz gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Bunun doğru olmadığını halkımız zaten biliyor. Biz de biliyoruz. Kayyım dönemindeki ranttan beslenen kesimlerin bu tür pratikleri var. Bunları ortaya çıkarması gereken kolluk kuvvetleri maalesef duyarlı davranmıyor. Yoksa bir mobese kamerasından ya da oradaki bir iş yerinin kamerasından o kişiler tespit edilebilip işlemler yapılabilir. Yani biz bu algılara karşı da mücadele ediyoruz. Bütün bunların üstesinden geleceğiz. Halkımız zaten bize güveniyor.”
– Halkçı belediyecilik iddiasıyla ilgili somut olarak atılan adımları da sorduğum Neslihan Şedal şunları ifade etti:
“Bahçesaray ilçemize şu ana kadar ulaşımla ilgili hiç imkan sağlanmamış. İlk defa bizim dönemimizde Bahçesaray’a otobüs seferlerini başlattık. Özellikle öğrencilerin, emekçi ve işçi, arkadaşlarımızın zorluk çektiği noktalardaki sefer sayılarını artırdık. Erciş’te halkın talepleri doğrultusunda sefer ve otobüs sayılarımızı artırıyoruz.
Van halkı görüşlerini belediyeye gelerek de aktarıyor, sosyal medya üzerinden, belediyemizin web sayfası üzerinden bu taleplerini dile getiriyorlar. Her hafta halk toplantılarımız var. Mesela su patlamış hemen fotosunu çekip gönderiyorlar. Biz de hemen birimlerimizi harekete geçirip sorunun çözülmüş halini fotoğraf olarak paylaşıyoruz. Hiçbir mesajı yanıtlamamazlık etmiyoruz.
Web sayfamızda Beyaz Masa’nın yanı sıra bir de Jîn (Kadın) Kadın Masası var. Kadın Masası’na sadece kadınlar taleplerini, görüşlerini, önerilerini yazabiliyor ve sadece biz kadınlar görüyoruz bunu. Erkekler göremiyor.
Kadınlar için iki büyük üretim merkezi kuracağız. Büyük bir pazar alanımızda olacak. İç çamaşırmatikler, pedmatikler, gıdamatikler, kıyafetmatikler oluşturacağız. Bunların hepsini yaygınlaştırıp sokaklara mahallelere bırakacağız sosyal hak meselesini hayata geçirmek için. Biz sosyal yardım değil, sosyal hak meselesini savunuyoruz.
“Kayyım atandığında kadınların ilk önce gidip kapısında beklediği yer orasıydı”
Halkçı belediyecilik dediğimiz şey; bizler bir sokakta, bir mahallede bir çalışma yaparsak halkın söylediği şekilde yapacağız. Dizaynına kadar, ismine kadar… Böyle yaptığınız zaman hakikaten sahipleniliyor ve tutuyor da. Mesela biz 2019’da Özalp’te bir kadın kültürevi açmıştık. Kadınlarla görüşmeler mülakatlar sonunda bir kadın kültür evi fikri çıktı. Adını da kendileri koydu. O merkezi açtığımız zaman acaba kadınlar açılışa gelecek mi diye tedirginlik yaşamıştık. Yüzlerce kadının eşliğinde biz oraya açmıştık ve kayyım atandığında kadınların ilk önce gidip kapısında beklediği yer orasıydı.
Halk bir şeyin öncüsü olduğu zaman onu sahipleniyor. Ben bunun inşa edilme sürecinde vardım ve ona bir şey olmamalı, korumalıyım ve sahip çıkmalıyım diye düşünüyor. Biz bu iddia ile yola çıkacağız. Şimdiden başladık. Muhtarlarla toplantılar, Web sitemizden anketler, mahalle sakinleri, köy sakinleri, kadınlar ki ayrı bir kadın çalıştayımız da olacak, ne yapılmak isteniyorsa bu kentte onların söylediği olacak ve onların söylediği şeyler hayata geçtiğinde bu sefer halkçı belediyecilik yapmış olacağız. Biz onların adına proje üretmeyeceğiz. Onlar kendileri için aslında projeyi ortaya koyacaklar.”
– Seçimlere kadar halka giden seçilmişlerin seçimlerden sonra halkla iç içe olma hallerinin değiştiğini görüyoruz. Abdullah Zeydan’ın bu konuyla ilgili sorduğum soruya yanıtı şu oldu:
“Telefonlarımız her saat açık. Belki 31 Mart’ta bugüne kadar on binlerce insanla görüştük. Öyle bir problem yaşadığımızı zanetmiyorum. Fakat şu oluyor bazen büyük bir şehirde yaşıyoruz, çok yoğun olabiliyoruz. Mesela bir günde buraya beş yüz kişi gelebiliyor. O beş yüz kişiyle görüşme zamanımız olmayabiliyor. Halkımızın çok derin yaraları var, çok büyük acıları var, ihtiyaçları var. Onların da bizi anlayabilmesi için gönülleri kırılmadan ve umutları tükenmeden büyük bir umutla ayrılmaları açısından uzun süre konuşmak durumunda kalıyoruz. Bundan memnuniyet duyuyoruz. Biz yirmi dört saatimizi halkımızla birlikte geçirsek rahatsız olmayız. Tek sıkıntımız var; bu sıralar biraz zaman sıkıntımız var yetmiyor. Ama olabildiğince mahalle toplantılarıyla, mahalle meclisleri her an halkımızın yanında olmaya, taziyelerinde, düğünlerinde, hastalarında ya da yapılan hizmetlerin denetlenmesi demeyelim de takibi sırasında hep iç içeyiz. Çünkü biz hiçbir zaman halkımızla bağımızın kopmasını istemiyoruz. Zaten böyle bir şey de mümkün değil. Fakat dediğim gibi bazen zaman sıkıntısı oluyor. “
– Gelelim son olarak eş başkanlık meselesine… Geçmişte sorunlar yaşandığı gündeme gelmişti. Siyaset üreten iki özne sorun çıktığında ne yapıyor ya da farklı görüşte olduklarında uzlaşma nasıl sağlanıyor ya da sağlanıyor mu? Bu soruyu da Neslihan Şedal yanıtladı:
“Bizler sadece belediyeye başladığımız süreçte değil seçim sürecinde de, propaganda sürecinde çok uyumlu bir şekilde bu süreci yürütmeye çalıştık. Eş başkanlık ortak karar alma ve birlikte yönetebilme halidir. Ama biz ikimiz de hiçbir zaman bu ortaklığı sadece ikimizden ibaret ele almadık. Belki şekil olarak öyledir ama bizim bir meclisimiz var. Halk bunun en önemli boyutu… Bizler her zaman toplumsallığı esas aldığımız için o uyum en başından beri hep iyi gitti. Toplumsal düşündüğünüz zaman toplumun yararına düşündüğünüz zaman çatışma ihtimaliniz de olmuyor. Çünkü kendimiz için düşünmüyoruz bunu. Toplum için düşünüyoruz. Toplumun yararına en çok hangisi olursa odur yani.” Kaynak: Candan Yıldız T24
Serhat News