1. Haberler
  2. Güncel
  3. Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Öykülerin divanesi olarak kendini tanımlayan Çîrokbej Aykan Erkmen, “Bence öyküler, bir toplumun hafızasıdır. Hafızası güçlü olan toplumlar kaybolmaz. Öykü belleğini canlı tutan toplumlar, maneviyatı güçlü olan toplumlardır. Bu anlamda öyküler, bizim toplumsal kodlarımızı taşıyor. Öyküler, toplumumuzun ruhudur. Onları sahiplenmeliyiz” dedi.

 

Kürtlerde sözlü geleneğin çok güçlü olduğuna dikkat çeken Erkmen, “Bu coğrafyada neye ve kime dokunsanız bir hikayesi var, belki de birden fazla hikayesi. Misal, ben Dewrêşê Evdînîn ağzıyla konuşuyorum yahut da Ferzendê Silêmanê Ehmed’in ağzıyla konuşuyorum; Şeyh Said’in, Seyid Rıza’nın… onları anlatıyorum” diye belirtti. 150’ye yakın videolu öykü yaptığını belirten Erkmen, “Köy köy dolaşıp öykü avcılığına ve öykü anlatmaya devam edeceğim. Okuyucularınızın tanıdığı, bir öyküsü olan yaşlılar varsa, lütfen bize sosyal medya hesapları üzerinden ulaşsınlar. Gidelim ve çekelim. Yitirdiğimiz her yaşlıyla hafızamızın bir kısmını kaybediyoruz” dedi.

 

Kürt kültüründe köklü bir yere sahip olan Çirokbêjlik bazen bir mum ışığında bazen ise soğuk kış gecelerinde hepimizi bir araya getiren önemli bir sözlü gelenektir. Bu sözlü geleneğin günümüzdeki önemli temsilcilerinden biri ise öykü avcılığıyla bilinen Çîrokbêj Ayhan Erkmen, hikayelerin unutulmaz ruhunu yeniden canlandırıyor. Öykülerin divanesi olarak tanınan Ayhan Erkmen, geleneksel öykülerin yanı sıra yaşanmışlıkları derleyerek, Kurdistan’ın her köşesinden hikayeleri gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor. Çîrokbêj Erkmen ile konuştuk.

 

Bize hikaye anlatıcılığı (çîrokbêj) serüveninizden söz eder misiniz? Sizin açınızdan çiroklar ve çirokbêjlik neden önemli?

 

Ben, elektriğin olmadığı bir köyde doğdum. Köyümüz, Kars’ın Digor ilçesine bağlı Dağpınar beldesidir. Sekiz, dokuz yaşıma kadar köyde elektrik yoktu. O zamanlar uzun kış gecelerinde herkes köy odalarında toplanıyordu. Biz de en yakın oda olan Mustafa amcamlara gidiyorduk. Dengbêjler, çîrokbêjler de geliyordu, komşular toplanıyordu. Stranlar söyleniyor, öyküler anlatılıyordu. Geçmişten, yaşanmışlıklardan bahsediliyordu. Ruhum biraz o odalarda mayalandı dersem yeridir. Kız kardeşlerimiz ve annelerimiz odalara gelmiyordu. Ben odadan eve döndüğümde, odada duyduklarımı anneme ve kız kardeşlerime anlatıyordum. Bazı unuttuğum yerler olunca kendim tamamlıyordum. Tamamladığım yerlerin beğenilmesi de hoşuma gidiyordu. Böylelikle öykü, sürekli yaşamımın bir parçası oldu. Büyüdüğümde de dost sohbetlerinde, toplantılarda sürekli öykü anlatıyordum. Anlatırken de çocukluğuma gidiyor, çocukluğumu yaşıyorum. Bence öyküler, bir toplumun hafızasıdır. Hafızası güçlü olan toplumlar kaybolmaz. Dolayısıyla öykü belleğine hâkim ve öykü belleğini canlı tutan toplumlar, maneviyatı güçlü olan toplumlardır. Bu anlamda öyküler, bizim toplumsal kodlarımızı taşıyor. Öyküler, toplumumuzun ruhudur. Onlara sarılmalıyız, sahiplenmeliyiz, dillendirip dinlemeliyiz.

 

Hukuk alanından gelişiniz ve birçok yaşam hikayesine tanıklık edişinizin çîrokbêjliğinize etkisi oldu mu? Nasıl?

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Öykü avcılığı serüvenimde hukuk formasyonu almamın ciddi etkisi var. Yaşanmış bir olayı yorumlama, oradan sonuçlar çıkarma, araştırma ve disipline etme anlamında hukuk eğitiminin çok ciddi etkisi oldu.

 

Yaşanmış hikayeleri sahneye taşıyorsunuz. Tüm bu hikayelere nasıl bir yöntemle ulaşıyorsunuz?

 

İlk yıllarda kendi çabamla öykülere ulaşıyordum. Duyduğum bir olayın peşine düşüyordum yahut yaşlı bir çîrokbêj bir yerde varsa ona ulaşmaya çalışıyordum. Şimdilerde ise çîrokbêjliğim duyuldukça öyküler, daha doğrusu insanlar, beni buluyor, bana ulaşıyorlar. Sadece ülkede değil, çok uzaklardan; Sibirya’dan, Belçika’dan, Amerika’dan, İran Horasanı’ndan insanlar sosyal medya hesaplarım üzerinden bana ulaşıyor. Bu hesaplarımı çok aktif kullanıyorum ve bildikleri hikayeleri aktarıyorlar yahut ailelerinin geçmişlerine dair aile hafızalarından aktarımlar yapıyorlar. Bu bazen bir fotoğraf, bazen bir ses kaydı, bazen de bir video oluyor. Çokça yaşlı akrabalarının videolarını çekip gönderen insanlar var. Yaşadığımız topraklar hep savaş alanıydı. 1918’lerde burada yaşayan Êzîdîler sürgün oldular. Sovyetler Birliği’ne gidenler oldu, kopan aileler oldu, kaybolan çocuklar oldu. Örneğin, o ailelerden bazıları kaybettikleri akrabalarını bulmak için benden yardım istiyorlar. Birkaç öyküde bu kayıp aile dramlarını anlattığımda, 100 yıl sonra, 110 yıl sonra kardeş torunlarının buluşmasına vesile oldum. Bu da ayrı bir keyif tabii.

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen - Ahyan Erkmen1

Yani, belki ekranın görünen yüzü benim yahut da öykü anlatırken ben sahnede oluyorum; yanımda dengbêj arkadaşlarım ve enstrüman çalan sanatçı arkadaşlarım var ama aslında kocaman bir ailem var, kocaman bir masal dünyam var ve onlarla yürüyorum. Binlerce ruh bana eşlik ediyor ve ben dilim döndükçe onların dili olmaya çalışıyorum. Becerebilirsem ne âlâ.

 

Ulaştığınız hikayelerin doğruluğunu nasıl teyit ediyorsunuz? Bu konudaki yönteminizi bizimle paylaşır mısınız?

 

Çokça yakın zamanda yaşanmışlıklara, yani son yüzyılda yaşanmış olaylara dair aile öykülerine ulaşıyorum, daha doğrusu bana ulaşıyorlar. Aile bireyleri anlatıyor, fakat ben onların anlatımlarıyla yetinmiyorum. Misal, yazar Wezîrê Eşo’nun dedesi Huti Bey’in yaşam serüvenine hazırlanırken, Wezîrê Eşo’nun kızları Karina ve Midya’nın gönderdiği günlükleri okudum. Sonra o dönemi, yani 1918’leri anlatan kaynakları inceledim. Osmanlı arşivlerine baktım. Huti Bey’in o dönem yaşadığı Şirinköy’e gidip insanları dinledim. Yani, ezcümle duyduğum bir olayla yetinmiyorum. Evet, onunla yola çıkıyorum ama biraz daha geniş bir perspektiften bakıyor ve öyküye öyle hazırlanıyorum.

 

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen - Ahyan Erkmen2

Misal, Şahmaran öyküsünün peşine düştüğümde Kars’ta ayrı bir Şahmaran, Dersim’de ayrı bir Şahmaran, Mardin’de ayrı bir Şahmaran, Iğdır’da ayrı bir Şahmaran öyküsü buldum. Hepsi birbirinden ayrılan öyküler. Veya, Şakıro’nun söylediği Halim Can stranın öyküsünün peşine düştüğümde, dört ayrı Halim Can’a rastladım. Dört ayrı kadın, dört ayrı diyarda, birbirinden ayrı zamanlarda yaşamışlardı ve kaderleri birbirine çok benziyordu. Iğdır Kerim Beyliğinde Hasan Ağa’nın kızı Halim Can babasının elinde can vermişti. Patnos Kızkapan köyündeki Halim Can, eşi kendisine vefasızlık yapınca zehir içerek canına kıymıştı. Beytüşşebap’taki Meyrem Xan’ın stranın söylediği Halim Can, öldürülmemek için Beytüşşebap’tan kaçıp Musul’a gitmişti. İçlerinde belki de muradına kavuşan, Nusaybin’de Tuxub bölgesinde Şêxê Tuxub’un kızı Halim Can olmuştu. Dengbêj bir kadın olan Helîmcan, sevdiği Ömeranlı Hüseyin Ağa’ya bir stran yakıyor ve o stran yayılıp aşkı duyulunca babası kızını Hüseyin Ağa’ya veriyor.

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen - Ahyan Erkmen3

Özellikle etkilendiğiniz bir hikaye var mı? Sizi etkileyen noktaları ile beraber bizimle paylaşır mısınız?

 

Beni en çok etkileyen öykülerimden birisi “Bextê Emerê Huso”nun öyküsüdür. Bana 75 yaşındaki Hacê Ana anlatmıştı, dedesinin öyküsü. Emerê Huso, Kağızman’ın Karagüney köyünden. Komşu köy Akdamla kavgaları olur ve Akdamlı birisi Emerê Huso’nun kardeşi Nado’yu öldürür. Sonra da Akdamlılar, bölgenin ileri gelenlerini araya koyup barışmak isterler ama Emer kabul etmez. Kardeşinin katilinin kim olduğunu bilmektedir ve onu öldüreceğini söyler. Bir yıl iz sürer ama fırsatını bulamaz. Bir yıl sonra, sonbaharın son demleridir. Emerê Huso’nun evi yayladadır. Komşuları yayladan köye inmişlerdir güzlükleri kaldırmak için ama Emer’in evi tek başına yayladadır.

 

İkindi vakti bir kar serpiştirir, akşama doğru göz gözü görmez bir fırtına çıkar ve bir atlı yolunu şaşırıp Emerê Huso’nun kapısına gelir. Atını hayvan damına çekerler, misafiri eve alırlar. Emer misafirini anında tanır fakat tanımamazlıktan gelir. Misafir kendine geldiğinde ruhu çekilir çünkü bir yıldır canını almasın diye kaçtığı Emerê Huso’nun pençesine düşmüştür. Emerê Huso, misafirinin kendisini tanıdığını ve korktuğunu fark eder. Misafirinin rahatlaması için evdeki kadınlara seslenir: “Gülizar, Zeo, beni ve kendinizi misafire kurban edin, bir ateş yakın, bir kuzu kesin” der. Ateş yakılır, kuzu kesilir, misafirin karnı doyurulur. Ne Emer misafirine bir şey sorar, ne de misafir kendinden bahseder. Erkenden yataklar serilir. Emer, yatağını misafirinin yatağının yanına serer ama ikisinin de gözüne uyku girmez. Misafir korkar, Emer kendisini öldürür diye. Emer de korkmaktadır; ya kendisinden başka aileden biri misafiri tanımış olur ve misafirin başına bir şey getirirse derler ki: “Emerê Huso namert bir adamdı, kendi evinde düşmanını öldürdü.” Sabahtan ağardığında fırtına dinmiştir. Emerê Huso misafirine kahvaltısını verir.

 

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen - Ahyan Erkmen4

Misafiri atına bindiğinde, o da silahını kuşanıp atına biner ve misafiri ile yola çıkar. Misafirini köyünün sınırına kadar götürür. Ayrıldıklarında misafirine der ki: “Seni tanımadığımı sanma, seni tanıdım. Sen kardeşimin katili, benim düşmanımsın lakin ben bahtsız bir adam değilim, namert bir adam değilim. Yolunu şaşırmış olmanın hatırına sana bir şey demedim. Ne yiyip içtiysen helali hoş olsun, lakin bundan sonra nerede karşıma çıksan orada seni vururum, haberin olsun.”

 

Misafir köyüne geldiğinde köylüleri etrafına toplanır, “O fırtınada nasıl kurtuldun, nasıl ölmedin?” diye sorarlar. Misafir, “Ben ölüyüm” der, “Emerê Huso beni bahtıyla, mertliğiyle öldürdü. Bu saatten sonra bu dünyada yaşamak bana haram olsun. Kefenimi alacağım ve birkaç kişiyle birlikte Emerê Huso’nun kapısına gideceğiz. Ya beni öldürüp sizinle barışacak ya da beni affedip benimle barışacak.”

 

Misafir, 14 metre kefen ve birkaç yakını ile Emerê Huso’nun kapısına gider. “Emer” der, “bahtına düşmüşüm. Bu benim kefenim, bunlar da akrabalarım. Onlara da dedim: ya beni öldürüp onlarla barışacaksın ya da beni bağışlayıp benimle barışacaksın.” Emerê Huso der ki: “Git, seni affettim. Sen, benim kardeşim Nado’sun.”

 

Bugün itibariyle Kürtlerin çîrok kültürüyle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuya ilişkin bir öneriniz var mı?

Kürtlerde sözlü gelenek çok güçlüdür ve bu coğrafyada neye ve kime dokunsanız bir hikayesi var, belki de birden fazla hikayesi. Ama ne yazık ki toplum hikayelere biraz sağır, biraz duyarsız. Bu, bana acı veriyor. Başka yerlerde, Avrupa’da hikaye bir terapi aracı olarak kullanılıyor, seansları yapılıyor, masal seansları düzenleniyor. Ama ne yazık ki bazı kentlerimize gittiğimizde, bir hafta on gün önceden etkinlik duyurusu yapılmasına rağmen katılım az olduğunda ruhum acıyor. Öykülerimin kahramanlarının üzüldüğüne inanıyorum. Benim şahsımda, kendilerini dinlemeyen topluma kırılıyorlar.

 

Misal, ben Dewrêşê Evdînîn ağzıyla konuşuyorum yahut da Ferzendê Silêmanê Ehmed’in ağzıyla konuşuyorum; Şeyh Said’in, Seyid Rıza’nın… onları anlatıyorum. Belki de insanlar beni dinlemek zorunda değil ama dinlediklerinde mutlu olacaklarına, güçlü olacaklarına inanıyorum. Benim anlattığım öyküler bu toplumun kökleri, dinlediklerinde kökleri daha güçlü olacaktır. Benim öykülerimin bir ruhu var ve halkımızın bu ruhlara eşlik etmesini istiyorum. Belki çok şey istiyorum ama ben bir yılda, belki bir defa bir kente gideceğim ve 1,5 saat hikayeler anlatacağım. Bir yılda 1,5 saat öyküye ayıracak herkesin vakti vardır.

Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen - Ahyan Erkmen6

 

Son olarak, yeni plan ve çalışmalarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?

Öykü derlemeye ve buna aşkla bağlı kalmaya devam ediyorum. Öykünün divanesiyim. Bu, geleneksel öyküler ya da yaşanmışlıklar da olabilir. İnsanlar bana ulaşıyor ve ulaşmaya devam etsinler. Köy köy, ilçe ilçe dolaşıp öykü avcılığına ve öykü anlatmaya devam edeceğim. 150’ye yakın video öykü yaptım ve yapmayı sürdürüyorum. Ayrıca, ekip arkadaşlarımla bir hikayesi olan yaşlı insanların belgesellerini çekiyorum. Belgesel dizimin ismi Kürtçe “BÎR” (Hafıza)’dır. Okuyucularınızın tanıdığı, bir öyküsü olan yaşlılar varsa, lütfen bize sosyal medya hesapları üzerinden ulaşsınlar. Gidelim ve çekelim. Yitirdiğimiz her yaşlıyla hafızamızın bir kısmını kaybediyoruz. O yaşlılarımızın hafızasındaki hazineyi kaydetmeye geç kalmamalıyız.

 

Avrupa’da öykü anlatmak da istiyorum. Bu, bir turne olabilir. Yardımcı olabilecek birileri varsa, sonbaharda Avrupa’nın bazı kentlerinde öykü anlatmak istiyorum. Okuyucularınıza ve öykü dostlarına ulaşmama vesile olduğunuz için teşekkür ediyorum.

 

Serhat News

Tepki Ver | mutlu2
2
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Bir çîrok divanesi: Ayhan Erkmen
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir