ÖZEL HABER / Zelal Sahidenur Sari
‘Kral Yolu’ belgesel dizisini, belgesel fikrinin ortaya çıkışından bugüne nasıl ilerlediğini, yönetmen Vedat Atlı ile konuştuk. Geçtiğimiz yaz ayının başlarında çekimleri başlayan şu ana kadar dört bölümünün yayınlandığı belgesel dizisi; toplamda iki sezon, on iki bölümden oluşacak.
Doğu’nun en sarp ve dik dağlarına sahip olan Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde dünyaya gelen fotoğrafçı Vedat Atlı ile yönetmenliğini üstlendiği ‘Kral Yolu’ belgeseli üzerine konuşmak için bir cafede buluşuyoruz. Hiç zaman kaybetmeden böyle bir belgesel çekme fikrinin nasıl ortaya çıktığını soruyorum ama Vedat’ın iç çektikten sonraki gülümseyişi bu belgesel dizisinin arkasında bir olaylar dizisi olduğunu düşünmemi sağlıyor. Dolayısıyla konunun en başına dönüyoruz. Vedat’ın çocukluğuna:
Atlı, Warner Bros’un çizdiği renkli dünya ile her gece sabaha kadar süren çatışma seslerinin ardından sabah boş kovan toplama hadisesi arasında yaşadığı ikilemin ardından kendine has bir yol çizmeye karar veriyor. Çocukluk yıllarında yaşadıklarından sonra bir çıkış yolu arayan Atlı’nın karşısına; politika, bürokrasi ve aristokrasi çıkıyor. Bu yollardan birini tercih etmesi gerektiğini bilerek en sağlam ve güvenilir olduğunu düşündüğü aristokrasiyi tercih ediyor. Bu tercihlerinin yanı sıra çocukluk yıllarında, köy okuluna gelen bir koli dolusu bilim dergisiyle de meslek alanındaki tercihini sağlık bilimlerinden yana kullanıyor.
Çocukluk yıllarının bıraktığı derin izler ve fikirler üzerine yaptığımız sohbetin ardından günümüze dönerek, “Sence kültürel mirasın tanımı nedir? Bu kapsamda neler değerlendirilebilir,” diye sordum.
Atlı, “Dünya’nın her yerinde yeryüzü şekilleri birbirinden farklı ve insanlar ona göre şekil alıyor. Coğrafya kaderdir meselesi tam olarak budur. Yani bizi bulunduğumuz yere kamufle edecek her şey kültürel mirastır. Çünkü biz, yapılarımızı ve mimarimizi coğrafyaya göre şekillendiriyoruz,” şeklinde farklı bir bakış açısı ortaya koydu. Urartular üzerinden örnek vererek, yapıların temelinde traşlanmış kireç ve bazalt taşı bulunurken üst katlara doğru ilerlediğimizde daha çok kerpiç duvarlar görmemizin nedeninin doğada en kolay bulunan maddenin toprak olmasından kaynaklandığını belirtti. Yaşadığımız evler, giyimimiz, taşıdığımız aksesuarların tamamı ve kültürel mirasın kapsamına giren birçok şeyin, doğadaki en kolay işlenebilen ve bulunan maddeleri kullanmamızla birlikte o jeolojik yapıya ayak uydurmamızla ortaya çıktığını ifade etti.
2015 ve 2017 yılları arasında çektiği fotoğrafları sosyal medyada paylaşırken altına Kürtçe metinler yazması üzerine batıdan birçok rehberin kendisiyle iletişime geçerek, “Doğu turları düzenlemek istiyoruz ama orayı tanıtabilecek herhangi bir fotoğraf ya da video yok elimizde. Bizim için bir video serisi yapamaz mısınız?” demesine üzerine harekete geçiyor. Fakat çekeceği şeyin videonun ötesinde tarihe not düşecek bir yapım olmasını istiyor ve bunun da bir belgesel dizisiyle mümkün olabileceğini düşünüyor. Uzun bir süre belgesel dizisi için saha taraması yaparak; gördüğü, gezdiği ve anlatmaya karar verdiği yapıları iki başlık altında kronolojik olarak yayınlamaya karar veriyor. Sadece milattan önceyi kapsayan belgesel dizisi, Van arkeoloji sahasının anlatıldığı bölümlerde ‘Kral Yolu’; Mezopotamya kuşağının Cizre’den başlayarak Adıyaman’a kadar anlatıldığı bölümlerde ise ‘Kral Yolu Mezopotamya Kuşağı’ olarak yayınlanacak.
Belgeselin ilk bölümünde Hakkari Stelleri’ni anlatmasının özel bir tercih olduğunu düşünerek, “Steller aslında tarihsel dikitler değil mi? Yani ne amaçla konulduğunun ötesinde bence birileri ‘Ben buradan geçtim demek istiyor’,” dediğimde ise yeniden gülmeye başladık. Çünkü onun bu tercihi aslında subliminal bir mesaj veriyordu. Yıllar önce aristokrasi yolunu seçerek çıktığı yolculuğun tarihsel dikitlerini koymaya başlamıştı.
Belgeselin yayınlanmasının ardından çok sayıda farklı yer olduğuna dair mesajlar alan Vedat, belgeselin kronolojik sırasında değişiklik yapmak zorunda kalıyor. Gelen mesajlardan birinde Hakkari Stelleri’nden daha eski bir yer olduğunu öğrenince hemen rotayı oraya, Tırşîn Yaylası’na çeviriyor. 300 bin adet kaya figürünün olduğu ve MÖ 10 binli yıllara ait olduğu düşünülen yaylaya hemen ikinci bölümde yer veriyor.
Çıktığı yolda, koyduğu her taşı üzerine koyacağı öteki taşı kaldırabilecek güçte seçerek ilerleyen Atlı, belgesellerden önce uzun hazırlık süreçleri geçiriyor. Kimi zaman 500 sayfa makale okuyarak hazırlandığı çekimlere kimi zamanda anlatacağı yerlerle ilgili kaynak bulamadığı için sadece gezip gördüğünü anlatıyor. Bu yönteminde belgesel açısından bir anlamı olduğunu belirterek, “Bir fotoğrafçının gözünden tarihi anlatıyoruz,” diyor. Çünkü bazı bilgilerin ya da tezlerin sadece uzmanları tarafından söylenmesi gerektiğini düşünüyor.
Evet, Atlı aynı zamanda bir doğa fotoğrafçısı fakat kendisine “profesyonel misiniz,” diye sorulduğunda cevap vermemeyi tercih ediyor. Ona göre profesyonel, zaman zaman tanımsal alanı daralan ya da genişleyen bir kavram. Atlı, “Bence sanatta herkes acemidir. Bu yüzden profesyonel tanımını reddediyorum. Sanatta herkes çıraktır. Çünkü sürekli yeni bir şey öğreniyoruz,” diyor.
Genelde çektiği yerlerin daha az bilinen yerler olmasını tercih ediyor. Bunu da “Biz her zaman yenilenin tarafını tutarız,” şeklinde ifade ediyor. Tarihe ve zamana yenilmiş yapıların, yerlerin yeniden gün yüzüne çıkmasını istiyor. Burada en az bilinen yerlerin en çok bilinen yerler olması adına çaba sarf ediyor.
Sohbetin sonunda bugüne kadar gezip gördüğü yerler arasında en çok etkilendiği yerin Cilo Buzulları olduğunu belirtirken, en etkilendiği olayında 2018 yılında Muradiye Şelalesi’nde milyonlarca balığın göç ettiği an olduğunu söylüyor. Atlı, o anı “Gerçek bir belgeselin içindeydim,” şeklinde ifade ediyor.
Tarafsızlığın kendisi için en önemli şey olduğunu söyleyen Atlı, fotoğrafçı olarak çağırıldığı hiçbir kurumun davetine icabet etmiyor. “Eğer herhangi bir kurumun ya da yapının yaptığı bir etkinlikte bulunursam, artık yalnızca o tarafın bir parçası olurum. Böyle olmasını istemiyorum. Fikirlerimin özgür ve yalnızca bana ait olmasını istiyorum,” diyor.
Şimdiye kadar dört bölümü yayınlanan ‘Kral Yolu’ belgeseli, gelecek bölümde, Urartuların bilinen 5’inci kralı olan Kral Menua’nın hükümdarlık yaptığı sürede en büyük icraatı olarak ifade edilen, Gürpınar Ovası’ndan Tuşpa şehir merkezine tatlı su taşımak amacıyla yapılan ve günümüze kadar varlığını korumuş Menua Kanalı’nın tarihini yine bir fotoğrafçının gözünden anlatacak.
Serhat News
(TYK)