6 Şubat’ta yaşanan Maraş merkezli depremlerin ekonomiye etkisini Ekonomist Prof. Dr. Mustafa Durmuş ile konuştuk. Durmuş, depremlerin ardından belli bir bölgede alt yapı ve üst yapının da tamamen yok olduğunu belirterek; bu durumun ekonomi üzerine çok ciddi olumsuz etkilerinin olacağının kaçınılmaz olduğunu vurguluyor.
Maraş merkezli yaşanan depremlerin ekonomiye yansıması en iyimser tahmine göre bile on milyarlarca dolarlık kayıp olarak öngörülüyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre depremden etkilenen 11 ilden oluşan bölgenin GSYH içindeki payı yüzde 9,8 seviyesinde bulunurken bölge yaklaşık 14 milyonluk bir nüfusu barındırıyor. Deprem bölgesinde ekonomi, hem tarım ve hayvancılık hem de başta tekstil, demir çelik ve enerji olmak üzere sanayi üretimi üzerinde şekilleniyor.
Yaşanan depremlerin ekonomiye etkilerini değerlendiren Prof. Dr. Mustafa Durmuş, oluşan hasarın bugünden tam olarak ne kadar olacağını belirleyebilmenin imkânsız olduğunu zira etkilerin bazılarının yıllar boyunca devam edeceğini söylüyor.
6 Şubat depremleri Türkiye ekonomisini nasıl etkiliyor?
Merhaba, öncelikle bu deprem nedeniyle bölge halklarına baş sağlığı diliyorum.
Büyük çapta insani kayba ve fiziksel yıkıma neden olan 6 Şubat depremlerinin ekonomiye etkisinin olmaması mümkün değil. Zira hepimiz belli bir ekonomik sistem içinde yaşıyoruz, üretimimizi, tüketimimizi, istihdamımızı bu sistem üzerinden gerçekleştiriyoruz. Bu nedenle de böyle büyük depremlerin neden olduğu hasar da çok büyük olacaktır.
Öyle ki bu depremler, neden oldukları on binlerce insan ve diğer canlıların kayıplarının yanı sıra, ülkenin belli bir bölgesindeki alt yapı ve üst yapıyı da tamamen yok etti. Neden olduğu üretim aracı, sermaye ve işgücü kaybı gibi fiziki yıkımı ve toplanamayacak olan vergiler gibi mali zararının yanı sıra, krizdeki ekonomi üzerine çok ciddi olumsuz etkileri kaçınılmaz olacak.
Peki bu hasarı tam olarak belirleyebilmek mümkün mü?
Bu hasarın bugünden tam olarak ne kadar olacağını belirleyebilmek imkânsız zira etkilerin bazıları yıllar boyunca devam edecek. Buna rağmen bazı göstergeler üzerinden bu hasarı tahmin edebilmek mümkün ki şu ana kadar birçok uzman, iktisatçı, kuruluş bunu yaptı.
Bu uzmanlara göre zarar geçen yılki ülke milli gelirinin yüzde 3’ü ile yüzde 9,5’i arasında değişiyor. Ancak tahminler arasındaki farklılık çok fazla. Bu yüzden de henüz sağlıklı bir bilanço çıkarılabilecek durumda değiliz. Ayrıca zarar sadece konut, sınai yapılar ve hatta altyapı yıkımlarıyla sınırlı tutulmamalı. Ülke çapındaki ve kişisel çaptaki servet kayıpları, manevi kayıplar, 2 milyondan fazla insanın hali hazırda içgöçe zorlanması gibi diğer toplumsal zararlar da söz konusu. Bunları şimdiden hesaplamak takdir edeceğiniz gibi çok zor.
Depremden etkilenen illerin ekonomi içindeki payı nedir?
Depremin vurduğu 10 ilin milli gelir içindeki payı yüzde 9,3. Bu iller Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 8,5’ini gerçekleştiriyor. Daha da önemli bir şey, bu illerin tarım alanları içindeki payı yüzde 16.
Biraz daha spesifik konuşursak; Milli gelir payının en yüksek olduğu iller sırasıyla; yüzde 2,05 ile Antep, yüzde 1,95 ile Adana, yüzde 1,4 ile Hatay ve yüzde 1 ile Maraş, Diyarbakır ve Urfa gibi iller. Bu illerin özelliği, örneğin Antep gibi ülkenin sanayi üretiminde ve ihracatında, Maraş ve Urfa gibi ülke tarımında ve tekstil/konfeksiyon ihracatında hatırı sayılır bir paya sahip olmaları. Nitekim Antep tek başına Türkiye’deki ihracatın yüzde 4,4’ü gerçekleştiriyor. Hatay’ın payı yüzde 1,6, Adana’nın ise yüzde 1,2. Bölgedeki 10 ilin toplamı ise yüzde 8,5. Geçen yıl Bölge yaklaşık 22 milyar dolarlık bir ihracat gerçekleştirdi.
Yani ihracat olumsuz etkilenecek, ya tarım ve hayvancılık? Zira Bölge ağırlıklı bir tarım bölgesi…
Evet, ihracat bu depremden olumsuz etkilenecek. Keza, bu 10 ilin tarım, ormancılık ve balıkçılık sektöründeki üretimdeki payı yüzde 14’ün üzerinde. Bu illerin toplam tarımsal alan içindeki payı ise yüzde 16. Alanın büyüklüğü kadar bölgedeki illerin Türkiye’nin en verimli topraklarına sahip olması çok önemli. Bu iller ülke çapındaki bitkisel üretimin yaklaşık yüzde 21’ini, tahıllar ve diğer bitkisel üretiminin yüzde 12’sini üretirken, büyükbaş hayvanların yüzde 12’sine ve küçükbaş hayvanların yüzde 16’sından fazlasına sahip.
Deprem nedeniyle bu üretim mekânlarının ve toprakların işletilmesi kesintiye uğrayacağı için bu hem milli gelir hem ihracat hem de istihdamda düşüşe ve dolayısıyla da ekonomik büyüme hızının daha da yavaşlamasına neden olacaktır.
Bu yıl ekonomik büyüme sizce ne olur?
Bilindiği gibi siyasal iktidar bu yıl için büyümeyi % 5,5 olarak öngörüyordu. Bu hedefin yarı yarıya düşeceğini ve büyümenin bu yıl ancak % 2,5-3 arasında olabileceğini söyleyebiliriz. Bu da iktidarı sözünü ettiği on binlerce konut ve alt yapı inşasının bu yıl başlatılabilmesine bağlı olarak gerçekleşebilir. Zira yeniden inşa her zaman ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkiye sahip.
Ancak Bölgede yapılması beklenen yaklaşık 450 bin konutun (Euronews Türkçe’nin hesaplamasına göre) sadece inşaat maliyeti en az 322 milyar TL’yi buluyor (17 milyar dolar). Buna altyapı ve diğer masraflar dâhil değil. Bu kaynağın nasıl sağlanacağı önemli bir soru işareti. Bu maliyetin 8-10 milyar dolar arasında olacağını öngören başka analizler de mevcut. Bu biraz da bu konutların maliyetine yurttaşın hangi ölçüde katılacağı ile ilgili bir konu.
Kamu harcamasının düzeyi, dolayısıyla da bütçe açığı artar mı?
Evet, artacak. Kabaca bu yıl sadece depremin ortaya çıkardığı ek harcama miktarının 400 milyar TL’yi aşacağını söyleyebiliriz. Buna bu yıl bir de yaklaşık 200 milyar TL’lik bir finansman yükü getirecek olan EYT düzenlemesini eklemek lazım. Bu soru da bizi depremin ikinci etkisine götürüyor, bütçe açığı üzerindeki etkisi. Bilindiği gibi devlet bütçesi son yıllarda ciddi açıklar veriyor. Bu yıl deprem olmasaydı öngörülen bütçe açığı yaklaşık 660 milyar TL idi. Depremin neden olduğu, örneğin vergi gelirlerindeki azalma ve artan kamu harcamaları yüzünden, bu açığın kat be kat artması ve bütçe açığının bu yıl % 6’yı bulması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Vergi gelirleri düşecek mi?
Nitekim, Bloomberg deprem nedeniyle ortaya çıkacak olan kamu harcamalarının milli gelirin yüzde 5,5’ine denk olacağını hesaplıyor. Keza ülkedeki toplam Gelir Vergisi vergi mükelleflerinin yüzde 11’inden, Kurumlar Vergisi Mükelleflerinin yüzde 9’undan ve Katma Değer Vergisi mükelleflerinin yüzde 10’undan fazlası bölgedeki yerleşiklerden oluşuyor. Bilindiği gibi bu vergilerin ve SGK primlerinin tahsilatı ertelendi, muhtemelen bir süre sonra önemli bir kısmı tamamen silinecek. Bu da bütçe üzerinde vergi gelirlerini düşmesi yüzünden açığı artıran bir etki yaratacaktır.
Yapılan bağışlar yetmiyor mu, fatura yine halka mı kesilecek?
15 Şubat gecesi büyük bir şovla yapılan bağış kampanyasında verilen bağış sözü yaklaşık 115 milyar TL idi ve bunun 90 milyar TL’si kamu bankalarından ya da kurumlarından (T. Varlık Fonu gibi) geldi. Dolayısıyla özel sektörün bağışları çok sınırlı olduğu gibi, söz verilen toplam miktarın ihtiyacın dörtte birinden daha az bir tutar olduğu da açık. Bu nedenle de iktidarın borçlanmaktan başka çaresi yok gibi. Bu da faizlerin artması, faiz ödemelerine daha fazla kaynak ayrılması, toplumsal ihtiyaçlara ayrılan kaynağın giderek azalması, yani daha fazla kemer sıkma ve daha fazla işsizlik ve daha fazla yoksulluk anlamına geliyor.
Deprem enflasyonu nasıl etkiler?
Şimdi deprem nedeniyle, üretim azaldı. Özellikle de Bölgenin tarım ve hayvancılık üretimindeki önemi dikkate alındığında, başta gıda olmak üzere zaruri maddelerin fiyatları daha da artacaktır. Buna bir de şu anda 2 milyonu bulan iç göç nedeniyle büyük kentlerde birden artan konut kiralarını ve seçim harcamalarının ötesinde inşaat gibi yeniden inşa harcamalarının neden olacağı talep artışını eklediğimizde, enflasyonun bu yıl ciddi olarak artması kaçınılmaz olacaktır. Yani bu yıl resmi olarak tekrar % 80’lerin üzerine çıkan bir enflasyonla karşılaşırsak sürpriz olmaz. Kaldı ki IMF en son Ocak raporunda Türkiye’de enflasyonun yüzde 51,2 olacağını öngörüyordu. Bu tahmin deprem öncesinde yapılan bir tahmindi.
Depremin neden olduğu hasarı asgaride tutmak için neler yapılmalı?
Öncelikle bir gerçeğin altını çizmek zorundayım. Yaşamakta olduğumuz bu felaket, sadece bir doğal afet ya da felaket olarak tanımlanamaz. Elbette ortaya çıkacağı bilinen güçlü bir jeolojik olgudan söz ediyoruz, bu kaçınılmazdı ama zarar bu kadar fazla olmak zorunda değildi. Resmi olarak 50 bine gayri resmi olarak 100 binin üzerine çıkan insan kayıpları asgaride tutulabilirdi.
Bu can kaybının büyüklüğünün nedeninin depreme dayanıksız yapılar, tarım arazilerinin üzerine kurulu yapılaşma, kötü alt yapı, inşaatların denetlenmemesi, devletin denetin işlevini özel sektöre bırakması, yolsuzluk ve usulsüzlükler, çıkartılan çok sayıda imar affı ile depreme dayanıksız yapıların meşru hale getirilmesi ve deprem sonrasında zamanında ve etkin müdahale yapılmaması gibi birçok faktör olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak tüm bunların gerisinde yatan ana sebep son 20 yıldır uygulanmakta olan inşaattan büyük çaplı kâr ve rant sağlamaya dönük sermaye ve servet biriktirme stratejisi ve bunun ardındaki neoliberal-Siyasal İslamcı rejimdir. Bu strateji ve rejimin çıkarları ile toplumun çıkarları uyuşmuyor, toplum çok rahat bir biçimde kâr için, rant için ortaya çıkacağı bilinen doğal felaketler karşısında dahi savunmasız bırakılabiliyor, feda edilebiliyor. Bence, yaşamakta olduğumuz felaket tam olarak budur. Bu nedenle de yapılması gereken asıl şey nihayetinde bu sisteme son vermektir. Yüzeydeki sebepler yerine, asıl, derindeki sebeplere odaklanırsak daha sağlıklı ve kalıcı çözümler üretebiliriz.
Bugünden, acil olarak yapılacak şeyler olmalı?
Kesinlikle. Bugünden yapılabilecek çok şey var. Öncelikle deprem gibi felaketlerle mücadele artık bir kamusal öncelik olarak kabul edilmeli ve tıpkı sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi depremlerle mücadele kamusal hizmet olarak ve barınma hakkı da bir sosyal hak olarak kabul edilmeli. Bu elbette şu ana kadar izlenen inşaata ve ranta dayalı zenginleşme modelinin terk edilmesini gerekli kılıyor. Ancak iktidar blokunca yapılan açıklamalar ve atılan adımlar egemenlerin bu stratejiyi izlemeyi sürdüreceğini gösteriyor.
Oysa ülkedeki bilim insanlarının, ilgili meslek odalarının da vurguladığı gibi, Bölgede yeniden inşa dikkatli biçimde yapılmalı, sağlıklı bir kentleşme alt yapısına uygun olarak konut inşaatlarına başlanmalı. Çünkü yıkılan tahrip olan şeyin sadece binalar değil, kentin kentlerin kendilerinin de olduğu unutulmamalı. Bu bağlamda, kentlerin yeniden imar edilmesi sürecinde, yerel yönetimler, emek meslek örgütleri, bilim insanları ve yerel halkın da içinde olduğu imar meclisleri karar alıcı olmalı, böylece kararlar merkezden değil yerelden alınmalı. Kalıcı, depreme dayanıklı ve insani koşullara sahip konutlar inşa edilinceye kadar depremzedeler için insani geçici barınma koşulları sağlanmalı. Bu amaçla ilk etapta yeterli ve insani koşullara uygun konteyner kentlerin kurulmasına derhal başlanmalı, gerekli altyapı, sosyal donatılar ve geçici derslikler oluşturulmalı. Depremzedeler geçici olarak kamunun elinde bulunan konaklama tesislerine yerleştirilmeli.
Deprem en çok kimi vurdu?
Deprem Bölgedeki herkesi vurdu ama en çok da yoksulları vurdu. Yani depremin ülkenin en yoksul bölgelerindeki en yoksulları çok daha ağır etkilediği unutulmamalı. Nasıl ki ekonomik krizler, savaşlar, pandemi en çok, örgütsüz, korunaksız emekçi sınıfları, toplumun en yoksullarını, ötekileştirilmiş kimliklerini vuruyorsa, deprem gibi felaketler de en çok bu toplumsal kesimleri etkiliyor.
Dahası, seslerini duyuramadıkları ve kendi kurtarma araçlarını temin edemedikleri için, deprem sonrası kurtarma faaliyetlerinden bu kesimler tam olarak faydalanamadılar. Bunlara sıra gelene kadar zaten iş işten geçmişti. Yoksullar maddi imkânsızlıkları yüzünden bölgeyi terk edemiyorlar, diğerlerine göre çok daha zor il ya da bölge değiştirebiliyorlar. Hele bir de Suriyeli mülteciler gibi bir sığınmacı konumundaysalar medya bile onlardan söz etmiyor, ölüleri toplu biçimde gömülüyor.
Serhat News