“Ağlardım, ‘benim annem ne yapıyor ki?’ derdim. Üvey babam bize para verirdi’ dışarı çıkın oyun oynayın, girmeyin içeri’ derdi. Adamlar içeri girerdi. Ben acaba komşular doğru mu söylüyor diye düşünürdüm. Okulda kızlar benimle oynamazdı, ‘senin annen kötü bir insan’ derlerdi.”
Ey iki adımlık yerküre
Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben
Nilgün Marmara
14 yaşında başladığı konsomatrislik işini Van’da sürdüren E.B., 29 yaşında ve 6 çocuk annesi. Yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarını tutamayan E. B., her şeyin küçükken başladığını söylüyor. Annesi 12 yaşında iken başlık parası karşılığında 40 yaşındaki bir adamla evlendiriliyor E.B.’nin.
Annesi, ilk çocuğu olan E.B.’yi 13 yaşında iken doğuruyor. E.B., henüz 1 yaşında iken annesi, eşinden gördüğü şiddete dayanamıyor ve evi terk ediyor. Annesinin daha sonra sevdiği adamla evlendiğini söyleyen E.B., asıl hikayenin böylece başladığını belirtiyor. Annesinin evlilikten kısa bir süre sonra evli olduğu adam tarafından pazarlandığını söyleyen E.B., bir süre uzaklara, çocukluğuna dalıyor. Sonra sanki hiç de duraksamamış gibi devam ediyor: “Tabii bu arada 3 kardeşim daha oluyor. Buna rağmen bu durum devam ediyor. Eve adamlar girip çıkıyor.”
Trajediye dönüşen hayatlar…
E.B.’yi en çok üzen çocukken yaşadıkları. Komşularının annesinin kötü yolda olduğunu söylemeleri, okuldaki arkadaşlarının kendisi ile oynamamaları onu en çok yaralayan olayların başında geliyor. “Ağlardım, benim annem ne yapıyor ki derdim. Üvey babam bize para verirdi, dışarı çıkın oyun oynayın, girmeyin içeri derdi. Adamlar içeri girerdi. Ben acaba komşular doğru mu söylüyor diye düşünürdüm. Okulda kızlar benimle oynamazdı, ‘senin annen kötü bir insan’ derlerdi” bu cümleler boğazında düğümlenerek takılı kalıyor.
Üvey babasının yaptıkları bununla kalmıyor. Bir süre sonra E.B. ‘nin dedesine, “kızını nasıl satıyorsam torununu da öyle satacağım” diyor ve bunun üzerine dede, üvey babayı öldürüyor. 9 yıl cezaevinde kalıyor dede. Bu zaman zarfında anne 4 çocukla kala kalıyor. E.B., annesine ne ablalarının ne de ağabeylerinin sahip çıkmadığını bunun üzerine annesinin bir mekânda çalışmaya başladığını söylüyor. “Ve orada başlıyor hikâyemiz” diyor.
11 yaşında bir çocuk
Annesinin çalışmaya başlamasıyla beraber diğer kardeşleri babaannelerinin evinde kendisi ise dedesinin evinde kalmaya başlıyor. “Hepimiz ortada kaldık. Dayım, anneme, ‘senin kızın ortada kalmasın. Benim 20 yaşında bir oğlum var, onunla evlensin’ diyor. Ben 11 yaşındayken nişanlandım. Ben nişanlanınca dayım, ‘okula gitmeyeceksin artık’ dedi ve beni okuldan aldılar. Evlendirildim. Ama çok küçüğüm. Evlilik nedir, gelin olmak nedir bilmiyorum. Çocukluğumu yaşamadım” diyor E. B.
Çocuk yaşta evlilik, şiddet, çocuk-anne…
Evlendikten sonra temizlik yapamadığı için şiddet görmeye başladığını söyleyen E.B., “Bildim bileli şiddet gördüm. Anne şiddeti, baba şiddeti, dayı şiddeti, ağabey şiddeti, eş şiddeti… Artık dayanamıyordum. 12 yaşında gebe kaldım, düşük yaptım. Artık dayanamadım ve kaçtım. Annemin yanına döndüm. Annem o sıra başka bir şehirde ev tutmuştu. Bizleri yanına aldı” diye kaydediyor.
Ardı ardına solup giden hayatlar
E.B., “Hayat gerçekten çok zor” diyor. Annesi çalışmaya giderken kardeşlerine baktığını söyleyen E.B., “Hiç çocukluk yaşamadım. 14 yaşında mekâna başladım. Bir hafta gittim ama yapamadım. Çok küçüktüm. Masalara oturuyordum, adamlar orama burama ellemeye başlıyordu. İstemiyorum diye ağlıyordum” diyor.
“Henüz küçükken annemle caddelerde koştuğumuz zamanlar mı olmadı, bizi bir evin içine kapatıp anneme, kızını öldürürüz, sen işi yapacaksın demedikleri mi olmadı…” diyen E. B., annesini çok sevdiğini söylüyor. Annesinin de çocuklarının böyle bir hayat yaşamalarını istemediğini belirtiyor. 6 kardeşten 3’ünün aynı işi yaptığını söyleyen E. B., “14 yaşında bir hafta çalışıp bıraktıktan sonra tekrar başladım. Ve başladı artık meslek olarak. Farklı işlerde de çalıştım. Ama hiç kimse yardım etmedi” diyor sitemle.
19 yaşında aşık olduğunu ve ikinci evliliği yaptığını söylüyor E. B.. 5 yıl evli kaldığı eşinden şiddet görmeye başlayınca ayrılıyor. “29 yaşındayım, 6 tane çocuğum var. Bu kadar çocuk yapmam cahilliğimden. Hep çok çocukla aile olunur diye gördüm. Eşimden ayrıyım şu an. Eşim, 5 çocuğumu aldı, biri bende. Diğerlerini görmeme izin vermiyor” diyor.
‘Hem çocuğum için hem kardeşim için…’
Hayat pahalılığından dem vuran E. B., “Çocuğuma bakıyorum. Bir mamanın, bezin ne kadar pahalı olduğunu biliyorsunuz. Bazı insanlar, ‘neden bu mesleği yapıyorsunuz?’ diyorlar. Ben keyfimden yapmıyorum, mecburum yapmaya. Çünkü ben bir anneyim aynı zamanda kardeşlerimi okutuyorum. Üniversite okuyan bir kız kardeşim var. Onun okumasını çok istiyorum. Ablaları gibi olmasın. Kendi geleceğini kendisi kursun. Bir erkeğe mahkûm olmasın. Onun okuması için elimden geleni yapacağım” diyor.
E. B., ilk çalışmaya başladığında çok zorlandığını, kaldıramadığını söylüyor. “Ortama girip çalışmaya başladıktan sonra ilk başlarda yapamıyordum. O adam burama elliyor, bu adam orama elliyor, yapamıyorsun, ama mecbursun. Çünkü çocuğum var, babası destek çıkmıyor. Devlet destek çıkıyor diyorlar, ama gerçekten çıkmıyor. En fazla çocuk parası olarak ayda 300 TL veriyor ya da gıda veriyor. Ama bunlarla geçim olmuyor, yetmiyor. En son durum da bu, geldim burada çalışıyorum. Alkol ortamına girdim, ben astım hastasıyım. Bazen bayıldığım oluyor, kaldıramıyorum” diyor.
‘Kimse keyfinden yapmıyor bu işi’
E. B., kimi insanların kendileri hakkında yanlış düşündüğünü söylüyor. Sanki bu işi keyif için yaptıkları gibi bir algı olduğunu fakat hiç kimsenin bu işi keyfinden yapmadığını biraz sitemle, biraz kırgınca söylüyor. Arkadaşlarının arasında intihar edenlerin olduğunu söyleyen E.B., “Çünkü istemiyorlar” diyor.
“Ben bazen yaşamak bile istemiyorum” diyor E. B. ve gözyaşlarını tekrar tekrar akıtıyor. Durduğu yer aynı: çocuğu. “Zaten 5 tanesini göremiyorum. Hiç kimseyi de istemiyorum hayatımda. Ben hayatıyla oynanan bir kadın oldum. Çocukluk yaşamadım, büyüdüm yaşamadım. Şimdi salıncaklara biniyorum, insanlar gülüyor” derken dudağının kenarında yarım kalıyor gülüşü.
Mekan, şiddet, fuhuş…
Tekrar çalıştığı mekanlara dönüyoruz. O tasvir ettikçe canlanıyor zihnimizde: “Çok kötü bir yerdi. Bir iki gün çalıştık, üçüncü gün odaya kilitlendik. Yanımda arkadaşlarımda vardı. İki gün boyunca çıkarmadılar bizi oradan. Gece alıp götürüyorlardı. Çalışmayacağız dediğimiz zaman dayak yiyorduk. Artık siz bu mekânın kapatmasısınız, başka yere gidemezsiniz diye kapatıyorlardı bizi. Masalara gidip oturmadığımız zaman dövüyorlardı. Ellerimizi, ayaklarımız bağlıyorlardı. Fuhuşa bile sürüklüyorlardı. Ben çok şiddet gördüm ama yapmadım. Ben yapmayacağım diyordum. Kimsenin malı değilim diyordum. Zaten hayatımda çok şey yaşamışım. Bir gün kuaföre giderken kaçtım. Kuaföre zorla tutulduğumu söyledim yardımcı oldu kaçmam için. Otogara gidip bagajda yolculuk yaparak kaçtım.”
Kaçtıktan sonra Van’a geliyor E.B.. Burada çalışmaya başlıyor tekrar. Biraz da müşterileri anlatıyor: “Masalarda bazen dövüyorlar bizi, sinirleniyorum. Kavga ediyorum, ‘sen kimsin bana vuruyorsun!’ diyorum. ‘Paranı veriyorsam oturmak zorundasın,’ diyorlar. Çalıştığımız yerde bizi zorla tutmuyorlar. Ama müşteriler çok şeye zorluyor.”
‘Benim gibi olmasınlar diye’
Bizimle neden konuştuğunu belirtiyor E. B.: “Ben bu konuşmayı kızlarımız için yapıyorum. Benim gibi olmasınlar diye. Onlar için yol göstermek olsun diye anlatmak istedim. Hayat çok zor. Hele ki şimdi çok daha zor. İntihar eden oluyor gözümüzün önünde. İyi bir hayat değil. Bana sahip çıkan hiç kimsem olmadığı için bu işi yapıyorum. Her koyun kendi bacağından asılıyor.”
Beraber çalıştıkları kadınlarla ilişkilerini soruyoruz, hayal kırıklığı yaşayan sesi başlıyor anlatmaya: “Kadınlar bir masaya sahip çıkıyor. Adama başka kadınları masana almayacaksın diyor. Ama herkes aynı mesleği yapıyor. Kadınlar arasında kıskançlık çok var. Herkes biz daha çok yiyelim diyor. Bazen kavga oluyor kadınlar arasında. Kadın kadını dövüyor. Kadınlar olarak birbirimize sahip çıksak her şey daha iyi olabilir. Dışarıdan bakıyorum, kadınlar birbirine destek çıkıyor, bu çok güzel bir şey. Birkaç arkadaşım var destek oluyor. İçimizde birbirini kollayan koruyan kadınlar da var. Kadınlar artık mekânda çalışmaktan çok yoruluyor. Son zamanlarda kendini kesen, intihara kalkışan çok oluyor. Engel olmaya çalışıyorum. Yapmayın ben denedim diyorum. Pişman oldum diyorum.”
Bu kadar da olmaz denilen yerde, kentin arka bahçesinde…
Kazancı yetiyor mu? “Elbette yetmiyor” diyor. Elini bir sağa bir sola savurarak, “Haydan gelen huya gidiyor” diyor. Kendisi için hiçbir harcama yapmadığını günde sadece bir öğün yemek yediğini söylüyor. “Aileme para yetiştireceğim diye yemek yemiyorum. Ama yetmiyor. Oturduğumuz masalar bu gece benimle birlikte ol, 5-10 bin vereyim diyor, ama ben kabul etmiyorum. Kazandığım bana yetiyor diyorum. Artık bir meslekten bir mesleğe geçmek istemiyorum. Zaten bu işi sevmiyorum. Bunu yapanlar var, ben saygı duyuyorum, herkesin tercihi kendine. Bir şey diyemem” diyor.
Elbette hayalleri var E. B.’nin. Biz sormadan söylüyor: “Hayal ettiğim bu yer değil. Beni en sevdiklerim bu noktaya getirdi. Ben çok fazla şey istemiyordum bu hayattan. Hakim olmak istiyordum. Eğer tercih hakkım olsaydı böyle değil de kendi ayaklarım üzerinde durabilen bir kadın olmak isterdim.”
Serhat News