‘Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?’ belgeselini konu aldığımız bu röportajda, radyodaki seslerin Kürtlerin vatan özlemine ve acılarına dair koca bir pencere açmasına tanıklık ediyoruz.
Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, 1926 yılında faaliyetlerine başlayan Erivan Radyosu zamanla Kürt kültürünün önemli mihenk taşlarından biri haline geldi. 1955 yılında Kürtçe yayına başlayan ve 1990 yılına kadar yayınına devam eden radyo, Kürtçe ve Kürt kültürünü üzerindeki baskıların daha şiddetli olduğu dönemde Kürt kültürünün korunmasına katkı sağladı. Yine farklı ülkelerde yaşayan Kürtleri ortak duygular etrafında buluşturdu.
Aynı zamanda ortak bir hafızanın sağlanmasına da hizmet eden radyoda birçok dengbêj, sesini farklı coğrafyalarda yaşayan Kürtlere ulaştırdı. Kürtler, uzun yıllar boyunca kendi dilleriyle şarkılar söyleyen Erivan Radyosu’nun Kürtçe servisini dinledi.
Radyoda: Şeroyê Biro, Karapêtê Xaço, Aram Tigran, Feyzoyê Rıza, Reşidê Baso, Egidê Cımo, Silêmanê Mecîd, Hemîdê Mecîd,Efoyê Esed ve Titalê Efo gibi önemli isimler yer almıştı. Yine kadın dengbêjlerin emeği oldukça fazlaydı. Radyoda çalışan kadın dengbêjler arasında Belga Qado, Sûsika Simo, Kubara Xudo, Naza Kokil, Zadîna Şekir, Fatma Îsa, Sîsa Mecid, Sîma Semend ve Aslika Qadir gibi isimler vardı.
‘Radyo Kürtlerin tarihsel hafızası için önemli taşlardan oldu’
Kürtler, Erivan Rasyosundan kendi dilinde dünyada olup bitenlere dair haberler, masallar ve stranlar dinlerdi. Kürtler için o dönemde kendi dilinde haber, müzik, şiir, radyo piyesi vs. dinlemek oldukça önemliydi. Bu yönüyle radyo, Kürtlerin kültürel, dilsel ve tarihsel hafızası için önemli kilometre taşlarından biri olmuştu.
Radyonun Kürtçe yayını başladığında insanlar işlerini bırakıp radyo olan evlerde toplanır ve büyük merak içerisinde Keremê Seyad’ın “Erîvan xeber dide guhdarên ezîz” (Erivan konuşuyor değerli dinleyiciler) cümlesini beklerdi. Birçok evde yankılanan sesin yayıldığı radyo, gündelik yaşamı belirleyen bir etkendi. Yine o dönem evde radyo bulundurmak bir ayrıcalığa işaretti. Efsaneye dönen bu radyoyu temin etmek veya dinlemek için yapılanlar da hikayelere konu olacak düzeyde.
Erivan Radyosu, oynadığı rol bakımından birçok sanatsal çalışmaya konu oldu. Ancak ilk kez radyo, radyoyu dinleyenlerin deneyimleri üzerinden anlatıldı. Mustafa Orman, Dengê Radyoya Rewanê Li Ku ye?‘ (Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?) isimli belgesel çalışmasıyla Erivan radyosunu, radyoyu dinleyen bir kuşağın anıları üzerinden anlattı.
‘Dengê Radyoya Rewane Li Ku ye?’ (Erivan Radyosu’nun Sesi Nerede?) belgeseli Erivan Radyosu’nun dinleyicilerin hafızasındaki yerine odaklanıyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve önemli bir ilgi gören belgeselde, radyo dinleyicilerinin radyoya ve radyo yayınlarına bakışı, geçmişe dair anıları ve dünle bugün arasındaki insan ilişkilerine dair yorumları anlatılıyor. Erivan radyosunu ve radyoyu dinleyen kuşağın hafızalardaki yerini ele alan belgesel çalışmasını, yönetmen Mustafa Orman ile konuştuk.
Yirminci yüzyılın uzun inkâr yıllarında Kürtler,Erivan Radyosu Kürtçe servisini dinlerdi. Bu hem bir döneme şahitlik ediyordu hem de Kürtçe ve Kürt kültürünün ağır baskılar yaşadığı o dönem için bir ışık oldu. Erivan Radyosu ve radyoya buluşarak Kürtlerin yaşadığı her yere uzanan sesler için neler diyeceksiniz?
Erivan Radyosu’yla Kürtler için kültürel bir kalkınmanın yolu açılırken, asimilasyonun önü de kapatıldı. Orada yan yana duran dengbêjler bile belki bu büyük sesin farkında değillerdi başlarda. Topluma temas ettikçe onlar da dört parçayı yan yana çekiştiren, bağlarını güçlendiren radyonun etkisini gördüler. Egidê Cimo’nun radyo üzerine söylediği notlarda okumuştum, orada stran söyleyen kadınlardan biri sesi kaybolacak, bir daha konuşamayacağını sandığı için stran söylemeyi ve kayda alınmasını reddediyor. Kadında, insanlığa dair müthiş bir saflık yatıyor. Bu saflığın doğuşu yine radyoya dengbêj arayan Kürt entelektüel ve sanatçılar sayesinde fark ediliyor. Bellekte biriken her bir anı, aynı zamanda radyonun kuruluşundaki güçlüklerden de bizi haberdar ediyor. Çünkü bu dengbêjler bir anda, kendiliğinden ortaya çıkmadılar, Casimê Celil ile Egidê Cimo’nun Elegez Dağları eteğindeki Ezidi Kürtlerin yaşadığı köyleri tek tek dolaşmasıyla ortaya çıktı. O sesler, Kürtlerin vatan özlemine ve acılarına dair koca bir pencere açıyordu. O acılar ve özlem buradaki, İran’daki, Suriye’deki ve Irak’taki Kürtlerle buluşuyordu. Radyodan Kürtçe masal-hikâyelerin anlatılması ve stranların söylenmesi, bir halkın yeniden uyanışına hizmetti. Dört coğrafyadan birden kültürel anlamda dışlanan bir halkın kendini konumlandıracağı bir alanı bulmasıyla Erivan Radyosu, sesini gür söylemenin dışında, sesini yüzlerce kilometre ötedeki akrabalarına da ulaştırdı. Radyonun ve dengbêjlerin temsiliyet alanı, dinleyicilerin masalları, hikâyeleri, stranları kulaktan kulağa yayması bu sefer de toplumsal birlikteliği arttırdı. Erivan Radyosu’ndaki sesler, bir atı, bir ineği, bir tarlayı sattıracak kadar güçlüydü.
Bugüne kadar radyo üzerine yazılı veya görsel birçok çalışma yapıldı. Ancak siz bu belgeselle olaya başka bir gözden bakarak radyoyu, dinleyenlerin hafızası üzerinden anlattınız. Bu fikir nasıl gelişti?
Erivan Radyosu’nun geniş bir alanda dinleniyor olabilmesinin yanında masal, hikâye, bilmece, tarih, tiyatro, edebiyat, müzik, destan, ezgilere vs. alan açması aynı zamanda bu alanlardaki uzmanların varlığını da göstermiş oldu. Bu kişilerin varlığı, dört parçada yaşayan, Kürt kültürü ve dili üzerine çalışmalar yapanların dikkatini çekti. Böylelikle saymış olduğum alanlardaki uzmanlara dair geniş çalışmalara imza atıldı. Radyo aracılığıyla yapılan bu değerli üretimler, dengbêjlere ve entelektüellere dair ürünlerin çoğalmasının önünü açtı. Bahsettiğiniz çalışmalar dengbêjler ve entelektüeller üzerinden bir bellek çalışmasıydı; onların yaşamlarına, geçmişlerine, koparıldıkları yerlerin tarihsel akışını, neden-sonuç ilişkisi içerisindeydi. Bir de hızla kaybolmaya yüz tutmuş bir dilin canlanmasına, kültürel asimilasyonun önüne sert bir şekilde set çekilmesi kıymetli. Dinleyicilere gelecek olursak, onlar için de bir dilin kaybolma tehlikesi, yanı sıra kültürel asimilasyonla karşılaşma, baskı altında kalma ve yasaklı olma tehlikesini yaşıyorlardı. Belli bir yaşın üstündeki Kürtlerin radyoyla ilgili bir anısının olması bundandır. Ama dinleyicilerin belleğini tazeleyecek bir çalışmanın yokluğunu, dinleyicilerle yazılı röportajlar yaparken fark ettim. Bir nevi kendini dayatmış oldu. Konuşulmayan, gösterilmeyen geçmiş bir süre sonra kalın bir tabakanın altında kalır, hatırlanması da böylelikle zorlaşır. Toplumsal ve tarihsel olan radyonun geçmişi, dinleyiciler aracılığıyla yeni bir hikâye yarattığı gibi, unutulanların örtüsünü de kaldırdı.
Çekim sürecinde neler yaşadınız?
Güneş altında yanmak dışında birçok keyifli anı biriktirdim. Yeni insanlar tanıdım, dostluklar edindim. Saflığı gördüm. Dünyaya daha güzel ve iyimser bakmayı öğrendim. Hepsini köylerde tanıştığım insanlardan öğrendim. Unutmadan geçmeyeyim. Çekimlerde şöyle bir şey yaşadık: Önceden sözleştiğimiz bir dinleyiciyle birlikte minibüsle köye geldik. Yarım saat sonra tekrar buluşmak üzere sözleşmiştik. Aradan bir saat, iki saat geçti adam yok. Telefon kapalı. Herkes nerede olduğunu biliyor ama. Köyden birkaç kişi Kürtçe konuşacağı için bunun gözünü korkutmuş. En sonunda adamı bir ahırda sıva yaparken bulduk.
‘Kürtlerin vatan özlemine koca bir pencere açıldı’
Belgeseldeki radyo dinleyicileri dışında, doğayı bir karakter olarak seyrediyoruz. Neden böyle bir yönteme başvurdunuz?
Uzaklara derinden bakıp doğayı seyreden birinin yüzünü seyrettiğimizde, bir müddet sonra biz de onunla bir dalgınlığın içine gireriz. O baktığı yerde kaybolur, biz de ona bakarak kayboluruz. İnsanın yüz çizgilerinden, kırışıklıklarından, saçlarına düşen aklardan yaşamının yönünü biliriz az çok. Dertlendiği ya da sevindiği güne dair yüz şeklinin değiştiğini de… Duyduğu şarkıları, gördüğü karlı tepeyle ilişkilendirmeyecek hiç kimse neredeyse yoktur. Ya koca bir gölde boğar kendini ya da yüksek bir dağa bakarak kibrini yere bırakır. Bununla da bitmez tabii, mekânın belleği de onunla yürür. Kürtler için stranlar, hikâyeler, masallar hep bir dağla, nehirle, gölle birlikte var eder kendini. Ölümü de mutluluğu da bir dağın adını anmadan söylemez neredeyse. Bu yüzden doğanın insan tanıklığını derinleştirmesinden dolayıdır ki, belgeselde daha çok doğayla insanı iç içe göstermeye çalıştım.
Kurguladıktan sonra yayınlandığınız belgesel nasıl bir ilgi aldı. Sizin için dönütler nelerdi?
Belgesele dair bugüne kadar herhangi bir olumsuz geri dönüş olmadı. Ufak tefek bize katkı sağlayacak eleştiriler geldi. Bunlardan biri de Akyaka İlçesi’ndeki bir Türk köyünde Erivan Radyosu’nu dinleyen bir yaşlı amca vardı. Onun konuşmasını Kürtçeye çevirmediğimiz için eleştiriler oldu. Ki bence haklı bir eleştiriydi. Bu tür ince noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Benim için iyi bir deneyim oldu. Oraya Kürtçe çeviri yapmayı hiç düşünmedik o zamanlar, niyet okuma falan da yok ortada. İyi ki eleştirmişler, yoksa bir sonraki çalışmalarda da aynı hataya düşebilirdik. Bunlar dışında, birkaç dinleyici bize ulaştı, bizi de belgesele alın, dediler. Yine dinleyicilerden bize ulaşıp eski anılarını telefon üzerinden anlatanlardan oldu. Genel itibariyle çok güzel dönüşler aldık.
Dengbêjlik geleneğinin hala güçlü olduğu Van, Iğdır, Kars, Ağrı gibi kentlerde çekim yaptınız. Bu gelenek sizce ne durumda?
Kentlerde tüketim kültürüyle birçok şey heba edilirken, köylerde bakir kalan bir dengbêjlik geleneğinden bahsedebiliriz. Fakat ortak belleklerin desteklendiği bir coğrafyada, özel ve azınlık olarak adlandırılan bellek baskı altındadır. Örneğin milliyetçi, İslamcı, egemen ideolojinin güçten ve şiddetten devşirilen belleği ön planda tutulurken, özel ve azınlığın belleği bu güçten ve şiddetten devşirilen belleğin baskısıyla suskunluğa çekiliyor. Köylerdeki genel durumu bununla açıklayabilirim. Bir korku iklimi var. Ama bu korku ikliminin hayaleti egemen gücün kuruluşundan beri varlığını sürdürüyor. Fakat şöyle bir şeyden de bahsedebilirim: Desteklenmiş güç ve şiddet belleği, ne kadar baskılarsa baskılasın o suskunluk sayıların çoğalmasıyla bölünüyor. Bir şekilde sese bürünüyor. Ve bununla birlikte gelenek içindeki suskunluk, çoğunluğunu ve cesaretini bulunca konuşmaya başlıyor. Çünkü konuşmamaları, her şeyi unuttukları anlamına gelmiyor. Bir diğer husus da şu: Çocuk dengbêjler köylerde, yüzlerini doğaya çevirip ses veriyorlar… Yaşamdan, ölümden, kahramanlıklardan, acıdan, sevinçten, aşktan, sevgiden bahsedip, bu mirası devam ettiriyorlar.
Aynı zamanda yayınlanan öykü ve romanlarınız da var. “Annem Gittiğinden Beri Çiçek Ekmiyoruz Bahçeye” romanınızda da hafıza konusunu işlemişsiniz. Yazıda hafızayı işlemekle belgeselde işlemek arasında nasıl bir fark var?
Kitapta bir yandan korkuyla hafızayı bastırmaya çalışan, bir yandan da faili meçhulken ağaç olup, egemenin marifetini ortaya çıkaran iki dinamikten bahsedebiliriz. Kurmacanın alanı daha geniş olanaklar tanıyor. Bir kere gerçeklikten kopabiliyorsunuz. Karakterleri konuşturduğunuzu, onları yönettiğinizi sanıyorsunuz; ama bir de bakmışsınız ki, onlar sizi konuşturmuş ve yönetmiştir. Belgeselde durum değişiyor, tarihsel bir dokümanın perde arkasıyla hareket edip geçmişi sesle, görsellikle kayıt altına alıyorsunuz. Bu kayıtların da belli oranda nasıl şekilleneceği ortadadır. Elde ettiğiniz görüntüleri, sesleri yine belli bir işleyişle filme haline getiriyorsunuz. İzleyici hem görüntü hem de sesi bir arada gördüğünde hafızanın kaynağına bu uyarıcılarla kısa sürede varabiliyor. Ama yazı hafızayı tetiklediği gibi hafızayı kapatabilir de. Çünkü yaşamda bazı şeyler hatırlanmak istenmez.
Bu yönlü çalışmalarınız devam edecek mi?
Evet bu çalışmalar devam edecek. Hatta şu an Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak ve Suriye’yi kapsayacak bir çalışmanın hazırlıkları içindeyiz. Tam olarak ne zaman başlarız bilmiyorum. Fakat Kürtlerin yaşadığı ülkelerde de Erivan Radyosu’yla ilgili bulduğumuz güçlü hikâyelerin peşine düşeceğiz.
Serhat News
Erivan radyosu yaşaltılmalı küçüktüm köylüler saat 4’5 herkes işi gücü bırakıp bir saatlık Erivan radyosu dinlemeye gelırlerdı tam da anlatığınız gibi her evde yoktu köyün belirli durumu iyi olan evlerde vardı kürt kültürunu yaşatalım