Eski HDP Van Milletvekili Nazmi Gür, sorularımızı yanıtladı. Sincan 2 nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde bulunan Gür, Van’a bağlılığının salt sıradan mistik olmadığını, Van’ın hep kalbinde ve rüyasında olduğunu söyledi.
Cezaevine girdiğinizden bu yana, Van’ı ne denli takip edebildiniz? Van’da en çok neyi merak ediyorsunuz?
Van’a bağlılığım sıradan mistik bir bağlılık değil; daha çok insanına, doğasına ille de görkemli tarihine bağlılığımdan söz edebilirim. Dolayısıyla benim Van’ım hep kalbimde, rüyalarımda. Çok çok özlediğimi söyleyebilirim. Cezaevi koşullarında Van’ı takip etmek oldukça zor. Ancak kısmen basın, ziyaretçilerim ve avukatlarım aracılığı ile haber alabiliyorum. Görüşmecimden ‘ Molla Kasım kıyılarından, akşam gün batarken Sipanê Xelat ve Nemrut’un aynı karede yer alacağı bir fotoğraf çekip göndermesini istemiştim. Sipan’da gün batımı, bakır renkli bulutlar ve altın sarısına dönüşmüş doyumsuz göl… Şimdilik bu kadarıyla avunuyorum. Hücremiz Sipan, Güneş ve gölümüzle doldu, taştı. Tabi Artoslardan gelen esintiyi de unutmamam lazım.
Elbette Van’daki her şeyi merak ediyorum. En çok da yitirdiğimiz aile büyüklerimiz ve yakınlarımız (Her birine Allahtan rahmet diliyorum.) dostlarımız, partili yoldaşlarımız… Ve kuşkusuz Van’daki politik ve ekonomik/sosyal/kültürel olayları da merak ettiğim konular arasında sayabilirim. Ki birazdan bunlara daha geniş değinebileceğim.
Dem Parti yerel seçimlerde Van 14 belediyeyi de kazandı. Bu başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz ve sizce bu başarının sebebi göre nedir?
Türkiye’deki yerel seçimleri mümkün olduğunca takip etmeye çalıştık. Cezaevinde olmamız sebebiyle “pratik siyasetin” içinde olmanın imkansızlığının farkında olarak, DEM partimizin yerel seçim çalışmalarını takip etmeye çalıştık. Üzüldüğüm bir konu, bu koşullarda ‘katkı’ verememek, partimizin bu tarihi çalışmalarında yer alamamaktı. Ancak şundan emindim: Partimiz ve halkımız kayyım uygulamalarıyla gasbedilmiş iradesini bir kez daha, temsilcileri aracılığıyla ortaya koyacak. Van için de aynı şeyleri düşündüm. Alınan sonuca da hiç şaşırmadım. Olması gereken, halkımızın ve partimizin ortak mücadelesi ile kazanılmış bir zafer olarak değerlendiriyorum. İnanamayacaksınız ancak, en çok da Müks’ün yeniden kazanılmasına sevindim. Başta belediye eş başkanlarımız olmak üzere, seçilmiş tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyorum. Seçilmiş bütün arkadaşlarımıza inancım ve güvenim tamdır.
‘Bu başarının sebebi nedir? Sorunuza gelince :
Tarih bize göstermiştir ki; örgütlü halk mücadelesinin yenilgiye uğratılması çok zordur. Demokrasi ve özgürlükler mücadelesinin özünü halkın örgütlü gücü oluşturur. Dolayısıyla, Van’daki yerel seçim başarısının gerçek kahramanı halkımızdır. Ardından parti ve partililerimizin emeği ve çabası bu başarıyı mümkün kılmıştır.
Hükümetin/devletin, yeniden fetih zihniyetiyle ve güvenlikçi politikalarıyla uygulanan kayyım atama, sadece demokrasiyi yok etmemiş, aynı zamanda ‘milli irade’ dedikleri Van halkının da iradesini ortadan kaldırmıştır. Bu durum Van halkı tarafından asla kabul edilememiş ve her seçimde anti-demokratik bu uygulamalara karşı iradesini ortaya koymaktan bir an bile tereddüt etmemiş ve tarihi demokratik bir duruş ortaya koymuştur. Başta iktidar partileri olmak üzere her kesimin bu demokratik iradeye saygı göstermesi gerekir.
Yapılan tüm analiz ve yorumlarda, TÜİK istatistikleri de dahil olmak üzere başta eğitim, ekonomi ve istihdam olmak üzere hemen hemen tüm alanlarda Van daima ya sondan birinci veya sürekli olarak son 3 il arasında yer almaktadır. Kimi zaman da Van’ın çeyreği bile olamayacak illerin ilçeleri bile Van’ı geride bırakmaktadır. Geçmişte devlet kuran ve devlet yıkan bir başkent olan Van’ın bu gün bu durumda olmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bir politik ekonomi kavramı olarak; ‘geri bıraktırılmışlık’ elbette bizim kaderimiz olamaz. Ancak bu geri bıraktırılmanın da ülkeyi yönetenlerce bir ‘politika’ olarak uygulandığını bilince çıkardığımızda, Van’ın neden TÜİK istatistiklerinde en yoksul ve en yoksun kent olduğunu daha iyi anlarız. Sadece Van değil. Genel olarak Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada bu ‘ekonomik ayrımcılığın’ uygulandığını, geri bıraktırmanın bir ‘politika’ olduğunu ve bu politikaların sonucu olarak yaşadığımız bu yoksulluk /yoksunluk ikilemesinde kaldığımızı söyleyebilirim.
Öte yandan, yıllardır gözlemlediğim ve Van’ın yoksulluğunu /yoksunluğunu derinleştiren üç temel olgudan söz etmek istiyorum: Beyin göçü, sermaye göçü, emek göçü.
Ekonomik kriz, yoğun işsizlik, anti-demokratik uygulamalar, güvenlikçi politikalar, yukarıda sıraladığım üç temel olgunun daha da derinleşmesini sağlıyor.
Tüm bu olumsuzluklar bir araya geldiğinde kaçınılmaz olarak Van ‘tüm istatistiklerin’ en sonunda yer alıyor.
Eğitime gelince … bu alan başka bir ‘geri bırakılmışlık’ hikayesini anlatıyor. Ret, asimilasyon ve inkara dayalı politikalar, demokratik, modern, bilimsel eğitimden uzak, son derece merkezileştirilmiş “eğitim sistemi” bildiğiniz gibi TÜİK istatistikleri listesinin en sonlarında yer alıyor. Dayatılan asimilasyoncu politikalar ‘eğitim’ alanında bir çözülmeye yer açtı.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi için bir parantez açacak olursam, bu üniversitede de merkezi politikalar gereği, Van’ın gelişimine ve geliştirilmesine katkı sağlayamadı. Zaten böyle bir misyonu da yok. Ana dilde eğitim yoksa, kalkınma ve gelişme de olmaz. Dolayısıyla özelde Van’ın genel olarak bölgenin ‘sorunlarını’ birkaç cümle ile izah etmek oldukça zor. Ancak şunu söyleyebilirim ki; yoksulluk ve yoksunluk kader değil, tıpkı yerel seçimlerdeki halkımızın demokratik mücadelesi ile kazandığımız yerel yöneticiler örneğinde olduğu gibi, tüm sorunları aynı mücadele azmiyle çözebiliriz.
Vanlı bir siyasetçi olarak, başta mensubu olduğunuz parti olmak üzere, genel anlamda Van siyasetini nasıl görüyor ve değerlendiriyorsunuz? Sizce Van’ın siyasetçileri Van’ı taşıyabiliyor mu? Son 8 yıllık kayyım döneminde Van neredeyse tükenme ile karşı karşıya kaldı. Son belediye seçimlerinde 14-0 yapan partinizin kayyım tahribatlarını minimize edebilmesi için sizce ne yapması gerekiyor?
Her ne kadar bugün Türkiye’de, katı merkeziyetçi, anti-demokratik bir idari sistem yukarıdan aşağıya dikte ediliyorsa, Dünya’da tam tersi; ademi merkeziyetçilik, yerel demokrasiler önem kazanıyor. Sorunlar ‘yerinden’ çözülüyor. Çözüm bizzat yerelde. Sorunla yüzleşen paydaşların demokratik katılımlarıyla var olan sorunlar çözülüyor. Yerelde demokratik katılım esastır. Bu katılım, kuşkusuz göstermelik bir katılım değil halkın örgütlülüğü ile demokratik süreçlere dahil olduğu bir yönetim anlayışından söz ediyorum. 8 yıllık ‘kayyım’ uygulaması ‘yerel demokrasiyi’ ortadan kaldırdı. İktidar partileri özellikle bu ‘yerellerde’ bu anti-demokratik uygulamanın sefasını sürdüler. Bu partilere mensup siyasetçiler, yürürlüğe konulan anti-demokratik bu uygulama karşısında tek bir söz dahi söylemediler. Halkın olan belediyelerimizi / yerel yönetimlerimizi gasp ettiler ve bu yerel yöneticiler kayyım yönetimiyle iç içe geçerek, halkın olanı, bir talan zihniyetiyle el koydular. Böyle siyasetçilere Vanlı siyasetçi denilir mi? Ne şimdi ne de geçmişte bu ‘siyasetçiler ’Van’ın hiçbir sorununu bırakınız çözmeyi gündemlerine dahi almadılar.
Halkın gelecek temsilcileri ve siyasetçileri HDP ve şimdide DEM Parti de, halka hizmet şiarıyla siyaset yapan arkadaşlarımızdır. Selam olsun onlara…
Yerel seçimlerin üzerinde yaklaşık 3 ay geçti(sorular yaklaşık 2 ay önce gönderilmişti). Bu süreçte belediyelerinizin Van performansını takip edebildiniz mi, takip ettiniz ise performanslarını nasıl buldunuz?
Yerel seçimlerin üzerinden yaklaşık olarak 5 ay geçti. Belediyelerimizin / yerel yönetimlerimizin ‘performansını’ değerlendirmek epey erken olur. Kayyım yıkımından sonra yapılacak ‘erken’ değerlendirmelerin çok katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Seçilmiş arkadaşlarımıza da haksızlık yapmamalıyız. Halkımızın beklentilerinin yüksek olduğunun farkındayım. Ancak takdir edersiniz ki cezaevi koşullarında Van’ı ve seçilmiş olan değerli arkadaşlarımızı da kimi bilgi kırıntıları üzerinden değerlendirmek hakkaniyete sığmaz.
Merkezi hükümetin ‘kayım’ politikaları, belediyelerimizi hem idari ve hem de mali olarak işletilemez / yönetilemez hale getirdi. Merkezi hükümetin vesayeti altındaki belediyelerimizden, borç ve yolsuzluklarla ‘geleceği’ çalınmış yerel yönetimlerden ‘eksiksiz hizmet’ beklemek adil bir tutum olmaz. Arkadaşlarımız şimdi enkaz kaldırıyorlar. Diğer yandan ‘borç’ ödeyecekler. SSK ve vergi borçları nedeniyle ödenekleri kaynaktan kesilecek. Tasarruf tedbirlerinden ise hiç söz etmiyorum bile. Diğer yandan kayyum atama tehdidi sürüyor. Hakkari’ye yapılan müdahaleye hepimiz tanık olduk. Elbette ki kimi bahaneler ve özürler üretecek değilim. Ancak halkımız ‘olağan üstü koşullarda’ yaşadığımızın bilincinde, belediyelerimizi sahiplenmeli ve arkadaşlarımızın, kıt kaynaklarla yapacağı hizmetleri de bu sahiplenme bilinciyle karşılamalıyız. Halkımız, yerel yönetimlerimiz/belediyelerimiz etrafında kenetlenmeli.
Van’ı iyi bilen bir siyasetçi olarak sizce belediye eş başkanlarınızın Van’a ne yapmamaları gerekiyor, Van’ın kangrenleşmiş sorunlarının çözümü için neleri yapmaları gerekiyor?
Öncelikle belediye eş başkanlarımıza (tümüne) selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Benim için buradan bu koşullarda öneri sunmak hem mümkün değil hem doğru olmaz. Seçilen ve görev alan arkadaşlarımızın partimizle birlikte, halkımız için, gecelerini gündüzlerine katacaklarına olan inancım tamdır. Demokrasi, özgürlükler ve barış mücadelesinde çok ağır bedeller ve çokça emek var. Tüm arkadaşlarımızın bu bilinçle çalışacağına ve başarılı olacaklarına inanıyorum. Bu konuda söyleyeceğim son söz: Başta büyük şehir eş başkanlarımız olmak üzere, tüm arkadaşlarımızın yereldeki çabası, çalışmaları ve ortaya koyacakları emek ve hizmetler demokrasinin ve barışın temelini oluşturacaktır. Gelecekte yeni bir ‘demokratik çözüm süreci ya da BARIŞ’ sürecinin DEM Parti ve kazandığımız belediyelerin yükselteceği demokrasi mücadelesine bağlı olduğuna inanıyorum.
Küreselleşen dünyada, yerelin ön plana çıktığı, büyük bir önem kazandığı günümüzde başta Van olmak üzere tüm illerde partinizin yerele gerektiği gibi eğildiğini, Kürt sorunu haricinde kent sorunlarına yeteri düzeyde ilgilendiğini düşünüyor musunuz? Sizce bundan sonrası için ne yapması gerekiyor?
Küreselleşmeyi tartışanlar, ‘yerelleşmeyi’/ küreselleşmeye bir alternatif olmaktan çok, küreselleşmeyle ‘uyumlu’ bir kavram olarak yorumluyorlar. Hatta şöyle bir kavram da türettiler: Küyerelleşme. Özellikle batıda yükselen aşırı sağ ve milliyetçilik, devletleri içe kapanmaya, ulus-devleti takdim etmeye yöneldiler. Yukarıda da sözünü ettiğim ‘güvenlikçi’ politikalar esas olarak bu anlayışa dayanıyor. Aslında bugün Türkiye’de karşılaştığımız ‘otoriteleşme’ tam da böyle bir sürecin sonucu. Küreselleşme kaçınılmaz olarak ulus devletleri ‘değişime’ zorluyor. Ancak küreselleşmenin içinde ciddi bir direnç oluşuyor. Bu direnci oluşturanlar, kapitalist modernitenin içinden çıkanlar. (Yoksa burada sözünü ettiğim Marxizim, Sosyalizm, sol ya da işçi sınıfının/ yoksulların oluşturduğu toplumsal muhalefet değil. Bunu ayrıca değerlendirmek gerekir.) Sözünü ettiğim direnç bizatihi ‘sistemin’’ kendi içinde ürettiği direnç. İşte bizde bunun komplikasyonlarıyla boğuşuyoruz.
Uzun yıllar Brezilya’nın Porto Allegro kentinde başlayan ve sonraları tüm dünyaya yayılan ‘SOSYAL FORUM’ mücadelesi içinde bulundum. Dünya sosyal Forumu ve daha sonra bölgesel ve yerel sosyal forumlar küreselleşmeye karşı yoksulların/emekçilerin/ezilen halkların ve cinslerin ‘alternatif’ yeni bir yaşam, yeni bir dünya mümkün şiarıyla somut bir mücadele hattını örmüştü. Bu mücadeleden çok önemli demokratik deneyimler edindik.
Çevrenin, doğanın korunması, ekolojik, demokratik bir toplum yaratılmasının mümkün olduğu, daha insani doğayla/çevreyle barışık yerleşimler/konutlar oluşturabileceğimiz fikri bu forumlarda gelişti ve bir çok ülkede yaşama geçirilmeye çalışıldı/çalışılıyor. Suyumuzun, havamızın ve toprağın inanlığa yani hepimize ait olduğu fikri buralarda bilince çıkarıldı. Yolumuz uzun … Mücadele engellerle dolu. Durumlar bir değil ki…
Partimizin programı okunduğunda, sadece Kürt sorununa odaklanmış bir program olmadığı görülecektir. Elbette bugün Türkiye’de en temel sorunlardan biri hiç kuşkusuz Kürt sorunudur. Öncelikle ‘çözüm’ bekleyen sorunların en başında gelir. Ne var ki hayatın olağan akışı, çoğunlukla sorunların sıralanmasını geçicide olsa değiştirebiliyor. Ülkedeki giderek derinleşen ‘Ekonomideki Kriz’ buna bağlı olarak yoksullaşma, açlık, işsizlik vb. gibi sorunlar halkın gündeminde en önemli sorunlar olarak ortaya çıkıyor. Bizim de siyasetçiler olarak ve parti olarak bu gerçeğe gözlerimizi yummak, sırtımızı dönmek mümkün değil.
Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi, yerel ve ülke hatta global düzeyde dünyada yaşanan olaylar, deyim yerindeyse iç içe geçmiş bir durumda. ABD’deki küçük bir ekonomik ‘değişim ’ bütün dünyayı etkilediği gibi bizi de dolaysıyla ‘yereli’ de etkiliyor.
Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen, hem partimiz Dem Parti ve hem de belediyelerimizin politikaları ve oluşturacakları programlarla başarılı olacaklarını düşünüyorum. Kuşkusuz kimi zamanlar yetmezlikler olacaktır. Bizlere düşen partimiz etrafında bir araya gelmek belediyelerimiz, Eş başkanlarımız ve seçilmiş arkadaşlarımızla dayanışmayı yükseltmektir. Demokratik denetim ve eleştiri (yapıcı) hakkımızı da koruyarak…
Kobani davasında çok ağır cezalar verildi. Bunu neye yorumluyorsunuz ve bu cezaların Kürt sorununa olumsuz bir etkisi olacak mı?
Kobani Kumpas davasında, hukukun üstünlüğü, adil yargılanma hakkı, adil ve tarafsız mahkemeler gibi hukukun ve adaletin olmazsa olmaz ilkeleri ayaklar altına alındı. Çiğnenmeye de devam ediliyor. AHİM’in Demirtaş ve Yüksekdağ kararında tespit ettiği, bizler ‘siyasi saiklerle’ rehin alınmış durumdayız. Elbette ki bu kararları alanlar ve uygulatanlar, bu tür siyasi davaların ağır politik sonuçlarını çok iyi biliyor. İki tanesini ben söyleyeyim: İlk olarak; Kavala, Demirtaş ve nihayetinde Yüksekdağ AHİM kararları nedeniyle ve Türkiye’nin bu kararların gereğini (AHİS’in 46.ve Anayasanın 90.maddesi) yerine getirmeyeceğini siyasi bir kararla çok net ilan etti. Kavala dosyası Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinde. Ve bu dosyanın ‘ihlal prosedürü’ başlatılmış durumda. Demirtaş kararında aynı prosedürü izleyecek. Daha önce Azerbaycan aynı prosedüre muhatap kalmıştı. Kararın ‘gereğini’ yerine getirince Avrupa Konseyi üyeliğini koruyabildi. Avrupa Konseyi tarihinde bir üye ülke, Demirtaş Kararı (Kobani Dosyası) uygulanmazsa aynı süreç işleyecek ve ilk kez iki ayrı davadan ‘ihlal prosedürüne muhatap olacak. Bunun sonucu da Türkiye’nin Avrupa Konseyinden atılmasına kadar varır.
Şu kadarını söyleyeyim ki Türkiye NATO üyesi olabilmek için önce Avrupa Konseyi (AK) üyesi olmuştur. Böylece batı değerlerini kabul ettiğini ilan eden Türkiye ‘güvenliğini’ de batı bloku ile kurduğu ittifaka bağlamıştı. Şimdi batı değerlerine uymayacağını ilan etti. Şangay İşbirliği örgütü’ne (ŞİÖ) göz kırpmakta. Bedelini de halklarımız ekonomideki krizle ödüyor.
Diğer önemli bir sonuç da siyaset, diplomasi ve alanlarında yıkıcı bir şekilde kendini gösteriyor. İşte özellikle Kavala ve Demirtaş (Kobani Davası) genel anlamda hukuk ve adaletteki çürümenin Türkiye’ye olan maliyeti. Kavala ve Kobani kumpas davası açıkça birileriyle pazarlık masasında. Demokratik bir devlet yurttaşlarının insan haklarını, müttefikleri de olsa başka ülkelerle pazarlık konusu yapmaz. Bu iki dava konusunda olup bitenler tam da budur ve maalesef kaybeden ve ağır bedeller ödeyen halkımızdır.
Deneyimli bir siyasetçi olarak size şunu sorayım; mevcut hükümetle yeni bir çözüm süreci olur mu ve AKP hükümeti Kürt sorunu çözecek bir siyasi anlayışa sahip mi?
Çatışma çözümleri’ konusu bütün dünyada önemsenen ve özellikle başta ABD olmak üzere batıda çok önemli bir akademik çalışma alanıdır da. Bu konuda uzun yıllar çalışmış bir çok ülke ‘deneyimini’ yerinde incelemiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; çatışmaların çözümü ve nihayetinde barışı sağlamanın yolu, iktidarda bulunanların siyasi rengine bakılmaksızın; diyalog, müzakere ve karşılıklı görüşmelerden geçer. Burada önemli olan iktidarda hangi partinin olduğu, kimin ya da kimlerin yönettiğinden çok, çözüm için taraflarda, siyasi iradenin varlığıdır. Demokratik çözüm ve barış sürecinde partimiz, başta eş başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş ve Sayın Figen Yüksekdağ olmak üzere, dönemin meclis grubumuzu oluşturan milletvekillerimiz, seçilmiş belediye başkanlarımız yani HDP olarak ciddi ve samimi bir destek verdik ve büyük çabalar harcadık. Sonucu biliyorsunuz. Esas olarak Kobani Kumpas Davası bu ‘barış sürecinin’ yargılanması ve bir daha bu tür süreçlerin Türkiye’de yaşanmaması için açılmış bir dava. Kuşkusuz iktidardakilerin yaklaşımları, niyetleri de son derece önemlidir. Şu kadarını söyleyeyim mevcut durumda bu iktidarda Kürt sorununun demokratik, siyasal, barışçıl çözümü için ne bir siyasal irade var ne de bu konuda ortaya konulmuş bir ‘’iyi niyet’’ beyanı. Dolayısıyla mevcut konjonktürde kısa vadede bir ‘yeni çözüm süreci’ öngörüm yok. Ancak bu konuda hiç de kötümser değilim. Partimizin, yerel yönetimlerimizin barışa giden yolda atacakları her kararlı adım bizleri çözüme yaklaştıracaktır.
Uzun bir süredir cezaevindesiniz. Orada zaman nasıl geçiyor ve zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulduğumuz her an, hayatımızdan, sevdiklerimizden, dostlarımızdan, yoldaşlarımızdan kısacası halkımızdan çalınmış anlardır. Yine de içeride de olsak, her anımızı değerlendirmeyle, kendimize özgür yarınlara hazırlamaya en önemlisi de halkımıza layık olmak için çaba göstermeye çalışıyoruz. Okumak en önemli etkinliğimiz. Gazete ve TV aracılığı ile de Türkiye ve Dünyadaki gelişmeleri izlemeye çalışıyoruz. Tabi her açık görüş bizim için bayram. Ben Nevrozları sayıyorum. İçeride olduğum ve katılamadığım her Newroz benim için yitirilmiş bir hayat gibidir. Şimdi gözüm 2025 Newrozunda. Heyecanım yaşadığım ilk Newroz gibi.
Son olarak Van’a ve Van halkına mesajınız nedir?
Van’ı ve halkımızı çok özledim. Yerel seçimlerdeki kararlılığı ve sonunda ‘’kayyım’’ girişimini püskürtmesi demokrasi ve barış için, Van halkının duruşu ve kararlılığını gösteren tarihi bir direnişti. Halkımızın bu direnişi ve kendi iradesine sahip çıkması demokrasi mücadelesi tarihine altın harflerle yazıldı.
Van halkının görkemli demokrasi mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum. Selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Nazmi Gür
- Sincan 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu
Serhat News