Keyfi uygulamaların ve otoriter sistemin kabul görmesi hiç kuşkusuz bir toplum için övünülecek bir durum değildir. Coğrafyamızda genel kabul gördüğü de bir gerçektir. Doğu toplumlarında otoriterlik dinsel, kültürel ve kurumsal olarak toplumsal kabul görmektedir. Bu durumu görmezden gelerek gerçeklerimizden kaçamayız.
“Otoriter” sistemi ve “Tek Adam” rejimini cazip kılan ve toplumsal kabulünü sağlayan en önemli nedenin de hiç kuşkusuz devlet gücünün hukuka bağlı olmaksızın keyfi veya mafyavari olarak kullanılmasıdır.
Dışarıdan yapılan müdahale ve baskılar dönüşümü kolaylaştırmak yerine otoriter sisteme ve liderlere itaati daha da güçlendirmektedir. Örneklerini yakın tarihimizde Irak’ta ve Suriye’de gördük.
Ülkemizde de otoriter uygulamaların toplumsal onuru zedelemesine ve temiz vicdanları dahi kirletmesine rağmen çoğunluk tarafından itiraz edilmediğini görüyoruz.
Hak ihlallerinin ortadan kaldırılması, temel hak ve hürriyetlerin, eşitlik ve adaletin tesisi için sulh ve hukukun inşası ve toplumsal refahın sağlanması gibi yüce hedefleri gerçekleştirmek her siyasi partinin demokratik sorumluluğudur. Buna rağmen bu değerlerin toplumsal karşılık bulmadığı için neredeyse tedavülden kalktığını üzüntüyle izliyoruz.
Bu ilkeler yerine milliyetçi, dinci, hamasi politikaların karşılık bulduğu, iktidar ve muhalefet partilerinin politikalarından açıkça anlaşılmaktadır. Bu patolojik durumu tek başına ekonomik krize bağlamak bana çok gerçekçi gelmiyor.
Bu anlayışın oluşmasında toplumsal ayrışmaların, ideolojik kutuplaşmaların, kısır politikaların etkin rolünün olduğunu düşünüyorum. Özellikle Cumhur ittifakını ve otoriter uygulamaları besleyen de söz konusu anlayıştır.
Ancak Millet ittifakının aynı anlayıştan beslenmesini doğru bulmadığımı belirtmeliyim. Mevcut iktidarla başka türlü mücadele etmenin imkansızlığı savunulabilir. Yine de toplumsal gerçekliğimizi de dikkate alarak çözüm odaklı makul bir siyasete ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Müslim-Gayri Müslim gibi dini, Sünni-alevi-Şii gibi mezhepsel, Türk-Kürt gibi etnik, sosyalist-komünist gibi sınıfsal, milliyetçilik, Atatürkçülük, İslamcılık, ümmetçilik gibi ideolojik unsurlar ülkemizin bir gerçeğidir.
Benzer unsurlar dünyamızın da bir gerçeğidir. Değişerek, yenilenerek, yenileri eklenerek var olmaya da devam edeceklerdir.
Bu unsurların yok sayılması, baskılanması, dışlanması veya yasaklanması var olan gerçeği değiştirmez. Esas olan; bu unsurları şiddet sarmalına sokmadan, kavga, çatışma ve düşmanlık gerekçesi yapmadan bir arada tutmak ve hayatiyetlerini barış içinde sürdürmelerini sağlamaktır.
Demokratik siyaset dışında hiçbir ideoloji bu kesimleri barış içinde tutacak yeterliliğe ve ortak paydaya sahip değildir.
Bu durumda kuşatıcı ve makul bir siyasetin etkinleştirilmesi gerekmez mi?
Kuşkusuz otoriter yönetim geleneğine ve kültürüne sahip toplumlarda demokratik dönüşüm imkânsız kadar zordur. Mevcut siyaset zemininde demokratik dönüşümü tartışmak da sorunludur. AK Parti’nin bu anlayışı derinleştirdiği de ortadadır.
Ancak yeni dönemde demokratik dönüşümü sağlayacak bir partinin de şimdiden güvence olması gerektiğine inanıyorum. AK Parti ve MHP, demokratik dönüşümün teminatı olmayacağına göre CHP ve İYİ Parti’nin veya bunlardan birisinin bu güvenceyi ortaya koyacak politikalarını belirlemeleri gerekir, diye düşünüyorum.
Açıkça belirtmek istiyorum ki önümüzdeki seçimlerde bir iktidar değişimini kesin kadar net görüyorum. İktidar hızla irtifa, itibar ve güven kaybediyor. Muhalefet partileri de özellikle İYİ Parti de hızlı bir yükselişte. Temennim ve beklentim, muhalefet partilerin de makuliyet ve demokratik bir siyaset yönüne etkisini daha çok artırmasıdır.