Biz, onları halim insanlar sanıyorduk, zalim çıktılar.
Biz, onları şükür edenler sanıyorduk, küfürbaz çıktılar.
Biz, onları mütedeyyin sanıyorduk, müteahhit çıktılar.
Biz, onları iman edenler sanıyorduk, iban edenler çıktılar
Biz, Türban sorunu sandık, destek verdik ama onlar tüm ülkenin üzerine türban örtmek istediler.
Biz, onları Hz. Muhammed’in nuru, Hz. Ömer’in adaleti, Mevlana’nın eliyle, diliyle kimseyi incitmeyen, hoşgörü dünyasına ait sandık ama bunlar yezit, Muaviye, Ebu cehilden esinlenmiş münafıklar çıktılar.
Biz, onları din kardeşliğini tesis edecek bir yapı sanıyorduk ama onlar var olan din kardeşliğini dahi bitirdiler.
Biz Çanakkale ruhunun yanına Kut’ül Amara’yı koyacak, Türk-Kürt kardeşliğini güçlendirecekler sandık, onlar Kürtlerin yaşadığı her yere savaş ilan ettiler. Ne Çanakkale bıraktılar, ne de Kut’ül Amara.
Biz onlar asla haram yemez, kul hakkı yemez sanıyorduk en büyük haramzade bunlar çıktı.
“Bu dünya imtihan dünyası, sizin olsun, biz ahireti düşünüyoruz’ diyenler, şimdi imtihanda hile yapıyor. Bu yolda ilk önce temiz, dindar Müslümanları sattılar. Biz onlar diğer taraf için çalışıyor, orayı kurtarmaya çalışıyor zannederken, onlar bu tarafı kendileri için cennete, diğer insanlar için cehenneme çevirdiler.
En masum ifadeyle biz onları siyasal İslamcı sanıyorken, onlar piyasal İslamcı çıktılar. Kapitalizme bulaştıkça bozuldular ve bu dünyanın rengine kandılar.
90’lı yılların sonunda Radikal 2’de sonradan Cioran’a ait olduğunu öğrendim şu söze denk gelmiştim: “ En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar.” Buna örnek olarak Yahudiler veriliyor ama Türkiye’de mağdurun nasıl bir zalime dönüşebileceğini Siyasal İslamcılarda gördük. Son bir sokak röportajında “Biz artık doktor dövebiliyoruz” diye gururlanan bir yapı ile karşı karşıyayız.
Olivier Roy, 1995 yılında yazdığı “Siyasal İslam’ın iflası” kitabında İslamcılığın etki ve genişlemesinin henüz durmadığını, siyasal İslam’ın iktidara gelebileceğini, ancak iktidara gelse de adetlerden ve hukuktan başka hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, sonucun kesin bir başarısızlık olacağını söylüyor.
Türkiye’de bugün yaşadığımız tam olarak budur. Biz onlar hakkında ne düşündüysek tam tersi çıktılar. Türkiye’de ki muhafazakâr yapı ile ilgili düşündüğümüz tüm olumlu düşüncelerimizde yanıldık. O dönem içinde muhafazakârların bu itibarının tek sebebi ise Kemalist vesayetin herkes üzerinde kurduğu totaliter rejimdi.
O da bitti, mağduriyette bitti. Şimdi 14 Mayıs’ta onları bekleyen bir son var. Kendi gerçekleriyle yüzleşip ‘Yeniden iktidara nasıl gelebiliriz” diye düşünecek çok zamanları olacak. Bu onların mutlak iktidar oldukları 2. Dönem oldu. Menderes döneminde yaşananlar da bugün yaşadıklarımıza benzerdi.
Bebek Davası, Yolsuzluk Davası, 6-7 Eylül olaylarının kışkırtılması, CHP’nin mallarına el konulması, basın özgürlüğünü ve dolayısıyla Anayasayı açıkça ihlal etmek gibi… Menderes’in bu suçlarının konuşulmasına engel ise darbe ile iktidardan devrilmesi ve hukuksuzca idam edilmesidir. Bu durum haliyle bir mağduriyet yarattığından, sonra ki yıllarda siyasal İslamcıları iktidara taşıdı.
Bugün gelinen durumda ise Olivier Roy’un dediği gibi ortada bir başarısızlık yok, mutlak bir başarısızlık var ve Siyasal İslamcılar onların iktidarı konusunda ülke insanına ‘Tövbe’ dedirttiler.
Bu konuda 14 Mayıs’ta en büyük görev mütedeyyin-samimi Müslümanlara düşüyor. İslam’ın özünü gerçekten bilen, kul hakkını ve herkesin yaşama hakkını savunan hakiki Müslümanlar, eminim ki 14 Mayıs’ta ülkeyi düştüğü bu bataklıktan kurtaracak.
Ben en çok onlara güveniyorum.