2000 yılının Kasım ayında Krizantem çiçeği kokuyordu her yan. Ahmet Kaya’nın ‘Krizantem çiçeğidir emeği gülüm’ sözleri kulaklarımızda çınlıyordu.
Sarı hüzünler sarmıştı her yanı. Yaprak dökümü başlamıştı bir kere. Cezaevlerinde süren direniş 19 Aralık’ta gerçekleşecek büyük katliamları haber veriyordu. Bir yüzyılı bitirmiş, yeni bir yüzyıla girmiştik. 21. Yüzyılın daha başında umutlarımızı birer birer öldürüyorlardı.
Kasım ayı Ahmet Kaya ile özdeşleşmiştir bende. Yas ve hüznün diğer adıdır. Sarı hüzünler arasında sakallı, gözlüklü bir sanatçı belirir. Düzene isyanı gözlerinde sabit bir sanatçı.
Ahmet Kaya özüyle, sözüyle, müziğiyle aramızda yaşamaya devam ediyor. Solcuların meydanlarda bağıra çağıra eşlik ettiği parçalarını ülkücüler gizlice, devletin istihbaratı, TEM’i, MGK’sı da ‘güvenlik sorunu’ olarak beraber dinlerdi. Münferit bir hadise değildi Ahmet Kaya. Onun sazı, sözü, sesi; devleti ilave tedbirler almaya itiyordu. Onun sesiyle bütünleşen şarkıların ülkeyi bölmesinden, kurdukları zulüm düzenini bitirmesinden korkuyorlardı.
Yoksullukla geçen yıllarının ardından 30’undan sonra iyi bir hayata ulaşmış, biraz para kazanmıştı ama Ahmet Kaya için bunların hiçbir önemi yoktu.
Başı hep beladaydı, çünkü başkaldırıyordu.
80’lerde daha çok sol içerikli protest şarkılar söyleyen Ahmet Kaya, 90’lı yıllarda ülke gündeminin bir numaralı sorunu olan ve her gün biraz daha büyüyen Kürt hak mücadelesine diğer tatlı su aydınları, gramlık aydın-sanatçılar gibi yüzünü dönmedi. Bizim ilk gençlik yıllarımızın ezgisi, isyanı oldu.
“Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı” Ahmet Telli
‘Yiğitsen uslandır beni’ dedi, bir kuşağa bir annenin ne kadar değerli olduğunu anlattı. Bir kuşak, onun şarkılarından ötürü annesini daha çok sevdi, sahiplendi. Diğer sanatçılar gibi içi boş anne sevgisi değildi onun şarkılarındaki. Metris’te, Mamak’ta, Diyarbekir hapishanesinde evlatlarını görebilmek için günlerce hapishane kapılarında bekleyen annelerin türkülerini söyledi.
‘Şarkılarım Dağlara’ ismiyle albüm çıkardı. Albümün içeriğinde; ‘Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucanım’ şarkısıyla Kürt halkının duygularına tercüman olurken, Kürt halkının özgürlük taleplerini ‘Milliyetçilik ve bölücülük’ olarak gören Türk solcularına, aydınlarına da ‘Hadi oradan’ diyerek resti çekti.
Köyler boşaltılıyor, faili meçhul cinayetler işleniyor, Kürtler işkence tezgâhlarından geçiriliyor, öldürülüyordu. Buna sessiz kalmak mümkün değildi ve Ahmet Kaya sessiz de kalmadı. Hiçbir zaman Kürtlerin yaşadığı toplumsal trajediden uzak durmadı. ‘Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım, ben bu kurşun sesini nerden olsa tanırım,’ diyerek Musa Anter’e, Vedat Aydın’a ve faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybeden 17.500 kişiye olan duygularını cesurca dile getirdi.
O artık şiirin, türkünün gerillasıydı. Şili’de Viktor Jara’ydı, Etiyopya’da Hundessa’ydı.
Abdullah Öcalan Roma’ya gittiğinde, sokaklarda faşistler, İtalya’yı protesto için Pirelli marka lastikler yakarken, bugün sözüm ona ‘demokratım’ diyen Fatih Altaylı, Ertuğrul Özkök gibilerinin linç kültürünü geliştirdiği tam da o günlerde, şarkılarında dillendirdiği gerçekleri söylemekten geri durmadı.
Ahmet Kaya’nın ifadesiyle ‘Gelgelelim’ o geceye… Faşist kitlelerin sokakta, faşist sanatçıların salonlarda Kürtlere tehditler yağdırdığı o zor günlerde sahneye çıktı ve ‘Kürtçe şarkı okuyacağım.’ dedi. Bu sözü ardından Ebru Gündeş’in, Müge Anlı’nın bulunduğu taraftan kaşıklar, çatallar fırlatıldı. Olay bununla kalmadı. Sertaç Ortaç fırladı sahneye. Onuncu yıl marşını okumaya başladı. Sonrası hepimizin malum, bildiği olaylar…
Kalbi kırıldı, örselendi, hırpalandı. En yakın dostları bile ‘Başımıza bela almayalım,’ diyerek yüz çevirdi ondan. Bir de hasret eklendi yaşadığı zorluklara. Gurbette yaşamaya başladı. Çok sevdiği mangalını yakamadı, arkadaşlarına rakı ısmarlayamadı. Yaşadığı Paris’te üzüntünün, hasretin ve yalnızlığın verdiği ağır stres sonucu aramızdan ayrıldığında henüz 42 yaşındaydı.
Kürtler ve Türkler bu ülkede kardeşçe yaşasın istiyordu. Özgür bir ülkede herkes istediği şarkıyı istediği dilde söylesin diye sürgünde öldürüldü.
Ahmet Kaya, şarkılarında söylediği, anlattığı gibi de yaşadı, yargılandı ve sürece yayılmış bir cinayet ile Paris’te son buldu. Kendisini bir kez daha minnetle saygıyla anıyorum.
Serhat News