Bu ülkede Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Arap iseniz Türk olduğunuzu ispatlamanız gerekir. Bunu yapmazsanız sistem gün gelir sizi kimliğinizden vurur. Genelde hep böyle olur.
Cumhuriyet tarihi kendi öz kimliğini gizlemekle meşhur onlarca siyasetçi, sanatçı tanıdı. Ermeni sanatçı Ruhi Su, “Ankara’nın taşına başına bak / Gözlerimin yaşına bak”, “Dağ başını duman almış” şeklinde şarkılar- marşlar yapmasına rağmen devlet tedavi olması için yurt dışına çıkmasına dahi izin vermedi. Tedavi olamadan gözü yaşlı, hayatını kaybetti. Ermeni olduğunu gizlemek için, “Babam ve annemin kim olduğunu bilmiyorum” diyordu. O her ne kadar “bilmiyorum” dese de devlet onun Ermeni olduğunu çok iyi biliyordu.
Yeşilçam’ın ünlü sanatçılarından Sami Hazinses, ölümünden kısa bir süre önce verdiği bir mülakatta “Ermeni olduğumu yazmayın, sonra sempati kalmıyor” demiş ve bu sözleri 2003 yılında yani ölümünden bir yıl sonra yayınlanmıştı. O da Ermeni olduğunu her ne kadar gizlese de tüm ömrü yalnızlık içinde geçti. İstiklal Caddesi’nde insanların ona nasıl dilenci gibi para verdiklerini gözlerimle gördüm. Yaşlanınca bir huzurevine terkedildi. Öldüğünde mezarına bile giden olmadı.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Asıl konumuza geri dönersek Arap Farah, Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en büyük uluslararası ödülüne sahip tek sanatçısı Yılmaz Güney’e tabiri caizse dil uzattı.
Fitili Farah Zeynep Abdullah ateşledi ama 24 yıl önce Ahmet Kaya’yı linç eden güruh bu defa da 39 yıl önce vefat etmiş Yılmaz Güney’i linç etmeye başladı.
Dertleri hâkimin öldürülmesi, kadına şiddet falan değildi. Bugüne kadar kadına şiddet konusunda kılını kıpırdatmayanlar, İstanbul sözleşmesinin iptaline bile itiraz etmeyen bu grup konu Yılmaz Güney olunca birdenbire kadına şiddet karşıtı oluverdi.
Fatih Altaylı gibi Eren Keskin’e vaktiyle en aşağılık cümleleri kuran kişi bile “Evet, Yılmaz Güney kadına şiddet uygulayan biridir” dedi.
Hatta Altaylı’nın ailesinin varlığının Ermenilerden gasp edilen mallara dayandığı iddia ediliyor ve Altaylı da bu iddiaya: “Doğru mudur, değil midir, yüzde yüz böyle midir? Açıkçası bilmiyorum” diyerek konuyu yuvarlamıştır.
Birileri eğer sürekli ‘Vatan-Millet-Sakarya’ diyorsa bilin ki arkasında bir puştluk var.
Farah Zeynep Abdullah…
İlk ismi olan Farah, ailesinin çok sevdiği İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin son eşi Prenses Farah Diba’dan geliyor.
Her ne kadar son yıllarda Irak Türkmenlerinden olduğunu iddia etse de kendisi Arap bir aileden gelme. Annesinin Saraybosnalı olduğunu, dedesinin Irak ordusunda Albay olduğunu söylüyor. Karmakarışık bir soy hikâyesi var. İbrahim Tatlıses’in, “Annem Kürt, babam Arap ben Türkoğlu Türk’üm” sözleri kadar, soyu konusunda karışık söylemleri var.
Arap olmadığını kanıtlamak için bin dereden su getirdiyse de bu pek işe yaramamış ki, şimdilerde sisteme yaranmak ve tam anlamıyla yanaşmak için Kürt sinemacı Yılmaz Güney’e ‘Katil’ diyor.
Çünkü Yılmaz Güney, onun gibi ırkını inkâr etmedi ve onun haklarını ölene kadar savundu. Sisteme bu şekilde yaranacağını sanıyor ama fena yanılıyor. Ne yapsa ne etse de asla bir ‘Türk’ olamayacak!
Farah, Kürde vurarak, sistemin içinde tutunacağını biliyor. Günün sonunda bu şekilde davranmak ona kaybettirecek.
Yılmaz Güney’e laf atmakla Arap olmaktan uzaklaşacağını ve Türkleşeceğini sanıyorsa fena yanılıyor.
İnsan neyse odur ve etnik kimliği bir eksiklik değil, zenginliktir. Keşke Farah Zeynep Abdullah bunun farkında olsaydı.
Serhat News