1. Haberler
  2. Güncel
  3. Ömer Faruk Gergerlioğlu: Adaletsizliği adalet getirerek değil, cezaevi sayısını arttırarak sağlamaya çalışıyorlar

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Adaletsizliği adalet getirerek değil, cezaevi sayısını arttırarak sağlamaya çalışıyorlar

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Eski MAZLUMDER genel başkanı, insan hakları mücadelesinin yılmaz ismi Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile hak ihlalleri konusunu konuştuk…


Kime sorsanız insan haklarına saygılı olunması gerektiğini söyler. Çünkü insan hakları ihlalleri herkesi etkiler. Ve herkes ihlallerin yapılmaması gerektiğini bilir. Birileri hak ihlallerinin kötü bir şey olduğunu bilip karşısında durur, birileri hak ihlallerin kötülüğünü bildiği halde sessiz kalır ya da uygular. Sanmayın ki bu hak ihlallerini uygulayanlar hiçbir şeyin farkında değil, herkes her şeyin farkında! İşkence, zulüm, kadına şiddet, çocuğa şiddet, taciz, tecavüz, emek sömürüsü yapan istisnasız herkes; ne yaptığının gayet tabii bilincindedir. Fakat kapitalist sistemin de etkisiyle aç gözlülük, para hırsı, daha çok mülkiyet, güç gibi kavramlara ve duygulara kapılmış insanlar; bunları kazanma yolunda her şeyi kendilerine mubah görüyor.


Dünyada iktidarların elinde bulunan yayınlarda hak ihlallerini göremesek de muhalif yayın mecralarında bunlarla çok karşılaşıyoruz. İnsan hakları ihlallerinin her gün hızla arttığını ön görmek zor değil. Bunlara dur demek herkesin görevi. Biz de insan hakları konusunda kimsenin ırkına, diline, rengine, coğrafyasına bakmadan, bıkıp usanmadan mücadele eden HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile hak ihlalleri konusunu konuştuk…


İnsan hakları mücadelesine ilk ne zaman ve neden katıldınız?


Bu mücadeleye profesyonel anlamda ilk olarak 2003 yılında Kocaeli MAZLUMDER şube başkanı olarak başladım. Buradaki görevim 2007 yılına kadar sürdü. Daha sonra 2007- 2009 arası MAZLUMDER genel başkanlığı görevini yürüttüm.
Ancak insan hakları ve siyasi gelişmeleri önceden de takip ediyordum. Çünkü siyasetle ilgilenen bir ailenin içinde doğdum. O dönemlerde de insan hakları konularının takipçisi olmaya gayret ediyordum. Başörtüsü meselesi, Kürt meselesi ve farklı her kesime yapılan ayrımcılıklar bizim (MAZLUMDER) sorunumuz haline geldi. Siyasi perspektiflerden kurtularak sadece insan odaklı çalışıyorduk. Hem şube başkanlığı dönemim hem de genel başkanlık dönemimde yoğun etkinliklerimiz, basın açıklamalarımız ve eylemlerimiz oldu.


MAZLUMDER başkanlık görevim bittikten sonra çeşitli sivil inisiyatiflerde gönüllü olarak yer aldım. Örneğin Hrant Dink suikastının 5. yıl dönümünde cinayetin aydınlatılması için Adalet Talebimiz Var İnisiyatifini kurdum. Ve farklı kesimden aydınların tepki vermesini, buna da İslami kesimin öncülük etmesini sağladım. Sessiz Kalmamak Gerek İnisiyatifiyle adil ve etik bir medya oluşturmaya gayret ettik. Çözüm sürecinde Kocaeli Barış Platformunu kurdum. Bu minvallerde mücadelemiz başladı ve devam ediyor. Tabi bu süreçler bizi insan hakları konusunda da değiştirdi ve geliştird

Peki, sizi bu mücadeleye iten ya da yönelten ne oldu?


Açıkçası beni yönlendiren haksızlıklar karşısındaki rahatsızlıklarımdı. Adil ve eşit bir yaşam olmaması gerçeğiydi. Giderek artan ekonomik, siyasal açıdan eşitsizliklerdi. Devlet ve birey arasında artan uçurum gibi birtakım olaylar, beni hak ihlalleri mücadelesine yöneltti. Bunlara karşı daha iyi bir toplum, daha iyi bir insan, daha eşitlikçi bir yaşam amacıyla yola çıktım, diyebilirim.


İnsan hakları derken, bu konularda hiç bilgisi olmayan biri ne anlamalı?


Yöneten ile yöneticilerin olduğu bir yerde yöneticiler ister istemez –yasalar da olsa, toplumun eleştirileri de olsa- adaletten hukuktan saparak zulüm eden bir yapıya dönüşebilir. Yasalar bunu engellemek için vardır. Güçlü devlet aygıtlarına karşı sivil toplumları korumak içindir, yasalar. Ama genellikle iktidarlar yasalara uymak istemezler ve keyfi davranırlar.
İnsan hakları, güçlülere karşı güçsüzlerin hak talebidir. Kim olursa olsun, “kimlik sormadan” zalime karşı mazlumun yanında yer almaktır. Siyasi görüşleriniz olabilir ama insan hakları mücadelesi siyasetin de üstünde yer almalı. Tüm insanlara eşit bir şekilde yaklaşılmasını gerekli görür.


Sizce insan hakları açısından dünya devletleri nasıl bir durumda, bireyin hakkını koruyorlar mı?


Maalesef dünya devletleri iyi bir durumda değil. Biraz daha iyi olanlar: demokratik teamüllere, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına uydukları için daha iyi duruma geliyorlar. Elbette mutlak anlamda insan hakları açısından tamamen iyi bir devlet yok. Her devletin yanlış uygulaması olur. Şöyle bir gerçekte var, yapılan insan hakları ihlalleri için araştırmalar yapılıyor. Bu araştırmalarda görüyoruz ki, Kuzey Avrupa ülkeleri demokratik standartlar ve devlet birey arasındaki ilişkiler açısından, diğer 3. Dünya ülkelerinden daha iyi durumdalar. Türkiye bu sıralamalarda sürekli kötüye gidiyor. Özetle devletlerin önü alınmazsa, anayasalara uymazlarsa, anayasaları özgürlükçü değilse insanlar hep zor durumda kalacaktır. Bütün bu dengeler içinde devletler yasalara uymalı. Bireyin haklarının korunduğu devletler vardır. Buna karşın bireyin söz sahibi olamadığı baskıcı, faşizan devletler de vardır. İnsan hakları mücadelesinin amacı da bu: Devletlere karşı bireyin hakkını, hukukunu en iyi duruma getirmek.


Türkiye’de 1980 darbe döneminde çok haksızlıklar oldu. O dönemdeki insan hakları ihlallerini değerlendirir misiniz


Türkiye demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile çok sonradan tanıştı. Bu kavramlar tam hazmedilemedi, sindirilemedi. Tek parti döneminde demokrasinin olmadığı hissedilince çok partili sisteme geçildi. Ve bu dönemlerde de bir sürü hukuksuzluklar meydana çıktı. Hukuksuzlukların ve kötü yönetim şekillerinin düzeltilmesi, bastırılması için de askeri darbelerin gerekli olduğu düşüncesi hâkim oldu. Asker kendinde bu hakkı buldu ve vatandaşa güvenmedi. Bu yüzden bir otoriter yönetim hep devam etti. Vatandaş demokrasiyi talep edemedi. Vatandaşa biçilen düşünce çok fazla ileri gidilmemesi ve gerektiğinde askeri tedbirlerle onu biçimlendireceği mesajıydı.
Maalesef darbeler ve muhtıraların olduğu dönemler yaşadık. En sonunda 12 Eylül 1980 günü ülkedeki karışıklıklar ve anarşi gerekçe gösterilerek darbe yapıldı. Oysa ülkede demokrasinin olmaması karışıklık ve anarşiyi ortaya çıkarmıştı. Demokrasinin olduğu yerlerde karışıklıklar olmaz. Tabi askeri yönetimler bu hastalıklı durumu iyileştirmek için değil, baskıcı yöntemlerle hastalığın bir başka zamanda belirtilerin ortaya çıkmasında bir erteleme oldu.
Darbeler demokrasiye, topluma balyoz gibi iner. Çünkü özgürlükler kalkar, yeni anayasalar yapılır. Bunlardan dolayı haksızlıklar, hukuksuzların sayısı fazlasıyla darbe dönemlerinde artar. 1980 darbesinde de böyle oldu. Kenan Evren,” bir sağdan bir soldan asacağız,” dedi. İnsanlar idam sehpalarında asıldı. Binlerce kişi zindanlarda hayatını kaybetti, işkence gördü. Fakat bu hiçbir sorunu çözmedi! Kürt meselesi, demokratikleşme sorunu, din devlet meselesi hiçbirini çözmedi. Sadece o dönem için ertelendi. Yasaklar, haksızlıklar devam etti.


KÜRT MESELESİ BİR ATEŞ İSE DEVLET ÜSTÜNE BENZİN DÖKTÜ”


O dönem siz de 15 yaşlarındaydınız. Hatırladığınız, gördüğünüz veya şahit olduğunuz insan hakları ihlalleri oldu mu?
Ben sizin de dediğiniz gibi 15 yaşındaydım. Orta 3. sınıfa gidiyordum. Ülkede meydana çıkan karışıklıkları takip ediyordum. Çünkü ailem de politikti ve o süreci yakından takip ediyordum. Çok büyük haksızlıklar, kanunsuzluklar yapıldı. Anti-demokratik yöntemler uygulandı. Örneğin Diyarbakır zindanlarında gördüğümüz gibi, Kürt meselesi bir ateş ise devlet üstüne benzin döktü. Yöneticiler her şeyi bildiklerini söyledi. Örgütlenmeler yasaklandı, partiler ve dernekler kapatıldı. Bağımsız medya engellendi, yaşam hakları konusunda büyük ihlaller yaşandı. Yargısız infazalar oldu. En sonunda büyük bir enkazla dönem kapandı. Yavaş yavaş demokrasiye geçilmeye çalışıldı ama engeller de çıktı. Ülkeye kazandırdığı hiçbir şey olmadı ama kaybettirdiği çok şey oldu. Darbeciler de gerektiği gibi yargılanmadı. Gerektiği gibi yargılanmaları gerekirdi, başka darbeler yaşanmasın diye.


DEVLETİ ELE GEÇİREN HERKES İSTEDİĞİ GİBİ DAVRANIYOR”


2002 yılında Türkiye seçimlerini AKP kazandı ve yaklaşık 20 yıldır iktidarda. AKP ve Gülen grubunun birlikte olduğu 2012 yılına kadarki dönemlerde hak ihlallerini değerlendirir misiniz?
1990’lara doğru Türkiye’de siyasi hayat canlanmaya başladı. Necmettin Erbakan dönemi faaliyetlerden rahatsız olan askeri yönetim, bu sefer 28 Şubat 1997 yılında Post modern darbe yaptı. Bütün bunlar asker ve sivil, devlet ve toplum arasında bir uçuruma sebebiyet verdi. Bu da gerilime neden oldu. Gerilimler de beraberinde tepkileri getirdi. Engellenen (o dönem cezaevine de girmişti) Recep Tayip Erdoğan popülerleşti ve tek başına iktidar oldu. Sonra Gülen grubuyla işbirliği yaptı. Askeri vesayete karşı bir mücadele sergilediler. Fakat askeri vesayete karşı AKP’nin birleştiği Gülen grubunun devlet yönetiminde iyice yer aldığını, devletin olanaklarını kullandığını gördük. Kendinden olmayanları tasfiye ettiler. Bunlar bize eski baskıcı anlayışının devam ettiğini de göstermişti. Özetle devleti ele geçiren herkes istediği gibi davranıyor. Baskıcı oluyor, sömürü yapıyor…
Bu ortaklık daha sonra birbirlerini yontmalarına neden oldu. Bundan dolayı birçok haksızlık oldu. Örneğin: Ergenekon soruşturmaları açıldı. Burada abartılı ibareler, hadiselerle iddianameler hazırlandı. Adil yargılanma ilkeleri çiğnendi!
AKP ve Gülen grubu arasında devleti ele geçirme mücadelesi oldu. Çünkü ortaklar anlaşamamaya başladılar. Gelinen noktada maalesef ki eski düzene tekrar geri dönüldü. Eskiden de iktidarı ele geçiren kaynakları kendine aktarıyordu, liyakatsizlik yapıyordu. Bu dönemde aynıları oldu. Ve netice itibariyle aralarındaki büyük güç kavgaları, bir darbe girişimine yol açtı. Bu ülkeye büyük zararlar verdi. Bu grupların peşinden gidenlerin de mağduriyetlerine (işkence vb.) sebep oldu.

SUÇLU İLE SUÇSUZ AYIRT EDİLMEDİ”


Gülen grubunun 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hak ihlalleri sayısı arttı mı? Arttıysa sizce neden arttı?
Elbette darbe girişimi sonrası hak ihlalleri çok yoğun bir şekilde arttı. Zaten tedavisi hukuk ve demokrasi olan bir ülkede, tedaviyi bitirip daha da kötüye gidildi. Yine anayasa ayaklar altına alındı. OHAL ile birtakım uygulamaların önü açıldı. Gerçek anlamda suçlu ile suçsuz ayırt edilmedi. Darbecilerden haberi bile olmayan yüz binlerce kişi mağdur edildi. KHK ile emrivakilerle çok fazla insan işinden atıldı. Dernekler, vakıflar kapatıldı. Medya özgürlüğü yok edildi. Din ve vicdan hürriyeti, iktidarın istediği şekilde yönlendirildi. Kısaca, iktidarın istediği özgürlükler ön plana çıktı. Son 5-6 yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin en ağır hak ihlallerinin olduğu bir dönem oldu, diyebilirim. Özellikle OHAL mağdurları çok kötü süreçler yaşadı. Adeta Nazi uygulamaları yaşandı. İşinden atılan insanların özelde de çalışması engellendi. Yurtdışı çıkışları yasaklandı. Tamamen sürünerek hayata veda etmeleri istendi. Bunlar tasfiye, imha anlayışlarıyla yapılmıştı. Bütün bunların çok ağır hak ihlallerinin yaşanmasına neden olduğunu belirtmek isterim.


HER KESİME HAK İHLALLERİ YAPILIYOR”


Türkiye demografik açıdan kozmopolit bir özelliğe sahip. Sizce Türkiye nezdinde en çok kimlere karşı hak ihlalleri yapılıyor? Belli bir kitle ya da etnik grup var mı?
Türkiye’de hemen her kesime hak ihlalleri yapıldı, yapılıyor. Burada önemli olan hak ihlaline uğramış ya da uğramamış her kesimin birleşmesidir. Çünkü hak ihlali herkesin başına gelebilir. Örneğin: Kürtlere, Alevilere, Sünni Dindarlara, başörtülülere haksızlıklar yapıldığı gibi Ergenekon soruşturmalarında Kemalist kesimlere de yapıldı. Haksızlığa uğramadım diyen hiçbir kesimin kalmadığını düşünüyorum. Buradan şunu anlıyoruz, demokratik denge ve denetleme standartlarına sahip bir devlet olduğumuzu, unuttuğumuz ortaya çıktı. Devlet ırk, dil, din vesaire her insana eşit davranmalı, dışlayıcı olmamalı. Bunlara dikkat edilmediği için yönetimi ele geçiren, diğerlerini ezmeye yönelik tavırlara girdi. Bunları aşmanın yolu dini ve etnik tüm farklılıklar karşısında demokratik bir devlet yapısına talip olmaktır.


ADALETSİZLİĞİ ADALET GETİREREK DEĞİL, CEZAEVİ SAYISINI ARTTIRARAK SAĞLAMAYA ÇALIŞIYORLAR”


Bir de şu soruyu sormak istiyorum. Cezaevlerinde koşulların kötü olduğuna yönelik haberler alıyoruz. Siz de bu konularla ilgilenen birisiniz. Cezaevi hak ihlalleri neler, buna neden engel olunmuyor?
Cezaevleri insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerdir. Çünkü çok güçlü bir devlet yapısı ile çok güçsüzleştirilmiş insanların karşı karşıya geldiği yerler oluyor. Örnek verecek olursam, sağlık açısından teşhis, tedavi ve infaz erteleme süreçleri çok yavaş işliyor. Özgürlüğü kısıtlanmış insanların bir de hakları kısıtlanarak ihlallere uğratılıyor. Kitap okuma, spor, görüşlere çıkma ve benzeri birçok cezaevi içi etkinlikler engelleniyor. Tahliyesi, denetimli serbestlik süreleri gelen kişilerin siyasi nedenlerle bu hakları geciktiriliyor. Bazı tutuklular ailelerin yaşadıkları yere uzak ceza evlerine gönderiliyor. Onların aileleri ziyaretlerde zorluklar çekiyor. Aynı zamanda cezaevi girişlerinde kadınlar, çocuklar, bebekler çıplak arama ve kaba muamele görüyorlar. Bu saydıklarım cezaevi ihlallerin ana hatlarıydı. Hak ihlallerin en büyük nedeni Türkiye’de adaletin olmamasıdır. Ayrıca yargının da siyasi anlayışlara göre karar vermesinden kaynaklanıyor. Şu an giderek cezaevi sayıları artırılıyor. Yani adaletsizliği ve ihlalleri adalet getirerek değil, cezaevi sayısını arttırarak sağlamaya çalışıyorlar.


HERKESİ YARGISIZ İNFAZ ETTİLER”


Siz 2017 yılında mesleğinden KHK ile ihraç edilmiş bir doktorsunuz. Türkiye’de kaç tane KHK’lı var? Bir KHK’lı olarak sizce Türkiye’deki bulunan KHK’lı insanlar nasıl bir hayat yaşıyor, yaşam şartları neler?
Türkiye’de Kürt meselesinin barışçıl bitmesini istiyorum ve bunun için mücadele ettim. Bu sebeple hekimlik mesleğimden ihraç edildim. Yaklaşık 250 bin kişi olduğunu söyleyebilirim bu durumda. Ama KHK’lıların anneleri, babaları, çocukları da var ve onlar da etkilendi. Kısaca KHK’lardan etkilenen 2-3 milyon arası insan var, diyebilirim. Bunları Nazi uygulamalarına benzetiyorum. Herkesi yargısız infaz ettiler. Yani insanları önce ihraç ettiler, sonra da gidin suçsuzluğunuzu ispat edin, dediler. Bazıları neden ihraç edildiğini bilmeden OHAL komisyonunda savunmaya çalıştı. İki yılda sonuçlanması gereken OHAL komisyonu şu an da altıncı yılına giriyor ve halen sonuçlanabilmiş değil. Bu arada mahkemeden beraat alan insanların çoğunun, OHAL komisyonu tarafından işe iadesi kabul edilmiyor. KHK ile ihraç edilenler âdeta vatandaşlıktan çıkarıldılar. Özelde çalışmaları, kredi kartı almaları, engelli aylığı, tapuda şahit olmaları bile engellendi. Doktorlar, mühendisler, öğretmenler hepsi işsiz kaldı.

Kaynak: www.demokrathaber.com

Serhat News

(sg)

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Ömer Faruk Gergerlioğlu: Adaletsizliği adalet getirerek değil, cezaevi sayısını arttırarak sağlamaya çalışıyorlar
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Erciş Haberleri