Yaşar Kemal 1957 seçimlerinde Muş’ta yaşlı bir adamla karşılaşıyor. O zamanlar kendisi gazeteci. Adama, seçimlerde oyunu kime vereceğini, ona göre seçimi kimin kazanacağını soruyor. Şaşırarak öğreniyor ki adamın seçimden falan haberi yok. Yaşar Kemal, adama anlatmaya başlıyor seçimlerden, oy vermekten, sandıklara oy atıldığından vs. adam sonra ‘’Ha Bildim’’ diyor. ‘’Sen, Şeyhin kağıdının sandığa atılma gününün geldiğini söylüyorsun. Ama herhalde ona epey gün olsa gerek. Şeyh daha kağıtları göndermedi,’’ diyor.
Tabii 50’li yıllardan bu yana çok şey değişti. Oy vermek eylemi bir baskı aracıydı. Aile büyükleri, ailedeki erkekler, ağa, şeyh kime oy verileceği konusunda baskı kuruyordu. Hâlâ günümüzde de sandık başlarında birçok olay oluyor, hatta sandık güvenliği diye bir kavram var onun üzerinden iktidarlar tüm toplum üzerine korku salabiliyor. Bunları yakın zamanda da yaşadık. ‘’Beni seçerseniz hizmet gelir,’’ diye de tehditler alıyoruz. Oy vermeyen mahallelere, kentlere hizmet gitmediğini de gördük. Bir mahalleye yol yapıp bir başkasına yapmayabiliyorlar. Oy vermek hem baskı hem de cezalandırma aracı oluyor.
Temsili demokrasinin en önemli sonucu seçimdir. Ancak bu ne temsiliyettir ne de demokrasi. Siyasi parti desteği olmayan bağımsız adayların seçilmeleri matematiksel olarak zor bir durum. Toplum futbol takımı tutar gibi siyasi parti tutar hale geldi. Çok partili bir sistemimiz var, ama resmi ideolojideki teklikten çoğunluğu kucaklayan evrensel insan hakları modeline geçemiyoruz bir türlü. Farklı düşüncedeki farklılıkları barındıran siyasi oluşumlar marjinalize ediliyor. Mesele kadınlar, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Museviler, Araplar, Çerkezler, muhacirler, LGBTİ+’lar olunca çok olan partiler aleyhte birleşiyorlar. Mecliste az sandalyesi olan siyasi partilerin önergeleri gündeme dahi alınmıyor. İktidar belirliyor; neyin yapılacağını, neyin konuşulacağını.
Yerel seçimlerin durumu daha da vahim. Siyasi partilerin seçtiği kişilere mecburen oy veriyoruz. Topluma mal olmuş, toplumun içinden çıkmış kenti/mahalleyi tanıyan değil de siyasi partiye mal olmuş kişileri seçiyoruz. Belediye temsiliyet meselesi. Kentteki her kesim temsil edilmeli, ancak aynı zamanda; vizyon, birikim, deneyim, liyakat meselesidir de. Siyasi partilerin halk arasında ön seçim yapması gerekirken kendi seçtikleri isimler üzerinden adına temayül yoklaması dedikleri bir sistem kurdular. Bu temayül yoklamaları da parti tabanında yapılıyor. Seçimler, partilerin seçtiği kişilerin seçimleri ile belirleniyor. Hatta partilerin de değil siyasi partilerin genel başkanları tarafından seçiliyor. Ya da ‘gelin aday adayı olun’ deniliyor, ancak aday olanlar yine partilerin seçtikleri kişiler tarafından seçiliyor. Tek kişinin seçmesinden daha demokratik gibi gözükse de bir çabanın olmasını görmek biz seçmenlere iyi geliyor. Yine de bu seçimler bu haliyle demokratik değildir.
Geçmişte kime oy verileceğini fermanla bildiren ağa, şeyhlerin yerini siyasi partiler aldı. Alternatifimiz yok. Bu çok acıklı bir durum. Seçme hakkımız verilmiş ancak seçeceğimiz kişiyi seçme hakkımız elimizden alınmıştır. Yaşar Kemal’in karşılaştığı adamdan daha belirleyici veya söz sahibi değiliz. Aradan yarım asır geçmiş, ancak mantalite ve uygulama aynı. Nasıl değişir? Hadi kafa yoralım.