Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Kovankaya (Mehri) köyünde yaşayan Hurmüz ve Şimoni Diril çiftinin hazin öyküsünü neredeyse bilmeyen yok.
11 Ocak 2020’de jandarmaya kayıp ihbarı verilen çiftten Şimoni’nin cansız bedeni olaydan 69 gün sonra (20 Mart) köyün yakınından geçen Hezil çayı kenarında bulunmuştu.
Hürmüz Diril’den ise yaklaşık 2 yıldır hiçbir haber alınamıyor.
1990’lı yıllarda köyleri boşaltıldığı için İstanbul’a yerleşmiş olan çift, 2014 yılından itibaren de tekrar köye yerleşerek mütevazı yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardı.
Esas itibariyle bölge faili meçhul cinayetlere ve kayıplara yabancı değil. Binlerce örneğinin yaşandığı kamuoyu tarafından bilinmekte.
Aynı aile için de 1994 yılında benzer bir olayın daha yaşandığı medyaya yansıdı.
Şimoni Diril’in amcasının 12 ve 16 yaşlarında iki torunu da 1994’ten bu yana kayıp.
Soruşturmaları takipsizlikle kapatıldığı için AİHM’e başvurulmuş, Mahkeme olaydan Türkiye’yi sorumlu tutmuş ve oybirliği ile mahkûm etmiştir.
Umarım çiftin akıbeti de aynı olmayacaktır. Bu durumda “cinayetlerin üstünün örtüldüğü” iddiaları kuşkusuz güçlenecektir.
Bu insanlar, bölge insanlarıyla aynı kaderi paylaşmış olsalar da önemli bir farkları var.
Çünkü bu insanlar Kildani ve Hristiyan…
Peki kimdir bu Kildaniler?
Mezopotamya’nın kadim halklarından biri olarak bu halk, milattan binlerce yıl önceye dayanan bilinen tarihleri vardır. Babil imparatorluğunu kuran ve yönetenlerin Kildaniler olduğu birçok kaynakta anlatılmaktadır.
“Harrânî Kildânîleri” veya “Doğu Süryanileri” olarak da bilinen bu topluluk, Asurlular ve Süryanilerle aynı kökten olup Aramice konuşurlar. Daha önce Assyria/Asuristan olarak tanımlanan ve sonra da ‘Suriye’ olarak adlandırılan bugünkü Suriye devleti, adını bu topluluklardan almıştır.
Tarihi kaynaklar, Kildanilerden kısaca şöyle söz etmektedirler: “Kildânîler astroloji ve gökyüzüyle ilgili araştırmalarda diğer kavimlere göre çok ileri idiler. Bâbil bilimlerini, özellikle kâhinliği tekellerinde tutan ve bunları milâttan önce II. yüzyıldan başlayarak bütün Akdeniz havzasına yayan Aşağı Mezopotamyalı rahip, yazıcı ve kâhinlere Yunanlılar ve Latinler Kaldeliler diyorlardı…
Batı’nın bütün gizli bilim geleneği Kildânîler’i ‘ata’ olarak kabul eder… Onlar astronomik gözlemler yapmak için çok katlı kuleler yapıyor, gök ve atmosferi incelemek suretiyle geleceğe yönelik kehanetlerde bulunuyorlardı…
Sumer-Akkad ilminin mirasçısı olan Kildânîler, Mezopotamya dinlerinin menşeine kadar giden birtakım formül ve uygulamaları bütün dünyaya yayıyorlardı.” (TDV Ansiklopedisi)
Anlaşıldığı gibi katledilen, sürülen, yok sayılan kadim halklarımızdan birisidir Kildaniler. Bu toprakların asıl sahiplerinden ve evlatlarından. Bazen etnik aidiyetlerinden, bazen de dini aidiyetlerinden dolayı büyük katliamlara maruz kalmışlardır.
Timur Lenk’in Bağdat istilasında, şehrin girişinde çoğunluğu Hristiyanlardan olan “90.000 insan kellesinden oluşan bir dehşet anıtı” kurdurduğu kaynaklarda yer almaktadır.
Türkler ve Farslar arasındaki savaşlarda da en çok zarar gören yine Hristiyan Süryani/Kildaniler olmuştur. Zaman zaman birlikte aynı coğrafyayı paylaştıkları Kürtlerin de saldırılarına uğramışlardır.
1915 Ermeni katliamında Ermenilerle birlikte katliamlardan ve acılardan en çok nasibini bu topluluklar almıştır.
Tıpkı Süryaniler, Ezidiler ve diğerleri gibi kayıp değerlerimizdendir Kildaniler.
20. yüzyılın başında yaklaşık iki bin Kildani sadece Siirt ve kırsalında yaşıyordu.
Günümüzde ise Güneydoğu bölgemizde Siirt ve Şırnak illerine bağlı toplam 9 köy bulunuyor. Diyarbakır, Mardin ve Mersin’de birkaç aile ve bir kısmı da İstanbul’da yaşıyor. Türkiye’de toplam nüfusları 1000 (bin) civarında olduğu tahmin ediliyor.
Siirt’in Pervari ilçesinin Ertun/Arton/Hertevîn Köylerinde yaşayan Kildaniler’in konuştuğu dil Hertevinî (Hertevince) olarak da adlandırılmaktadır.
Büyük çoğunluğu Lübnan, Irak, Kürdistan, Suriye, İran, Mısır, Gürcistan ve Hindistan’da yaşamaktadır. Avrupa ve Amerika’ya göç edenlerin sayısı da oldukça fazladır. Yaklaşık 150.000 kişinin Amerika’da yaşadığı bilinmektedir.
Ne yazık ki bizler ülkemizde kalan ve bu toprakların kadim sahipleri olan halklarından çok az sayıda, yani 1000 kişiyi dahi koruyamıyoruz.
Bu durum biz Müslümanlar için bir utanç, devlet için de haksızlık, ayırımcılık, hukuksuzluk ve zulüm değil midir?
2 yılı aşkın bir süredir kayıp olan bir Kildani yurttaşımız için nasıl bir duyarlılık gösterebildik?
Cinayetlere, mağduriyet ve mazlumiyetlerine duyarsız kalarak zulme ortak olmuyor muyuz?
Müslüman toplumunun duyarsızlığı İktidarın/Yönetimin utancından çok daha büyük bir ayıp olarak yerini alacaktır.
Ahlak, vicdan, merhamet, insanlık ve İslam bu tutumumuzun neresinde?
Peki ya devlet?
Sorumlular! İlgililer! Nerede?
Sorumluluk, hukuksuzluk ve ayırımcılık siyasal iktidarın ise duyarsızlık utancı toplum olarak bize ait değil mi?
El konulmuş arazileri, işgal edilmiş toprakları, yağmalanmış bağ ve bahçeleri yetmezmiş gibi çok az sayıda kalan savunmasız, masum bu insanların canlarına da kıyılıyor.
Bu nasıl bir hayasızlık, vicdansızlık ve utanmazlık?
Diril çiftinin hazin hikâyesi aydınlatılmadıkça, failleri bulunup cezalandırılmadıkça siyasal iktidar sorumlu olmaya devam edecektir. Toplum olarak da ağır vebalin altında ezilmeye devam edeceğiz.
Onların da farklılıklarıyla, inanç ve dinleriyle bu topraklarda özgürce ve hukuk güvencesinde yaşamaları gerekmez mi?
“Kurtar beni ey Rab, iyiler kalmadı artık. Ve inanç dünyadan çekildi.” (Qanona)
“Kötüler çoğaldı ve sevgi azaldı. Ey Mesih, ayırma kendini bizden” (Mezmur:11)
Sabah Ayini bitiminde de Tanrı’ya yakarışları şöyle son bulur:
“Hediye eyle ya Rab’bimiz ve Tanrı’mız bağışını. Sabahın bu vaktinde. Ezilenlerin kurtuluşu. Mahkûmların salınması. Acı çekenlerin acılarının son bulması. Hastalara sağlık. Uzaktakilere giriş (eve dönüş)…Kaybolanların bulunması…”
Yeter!
Mezopotamya’nın çiçekleri artık solmasın!