Evliya Çelebi, Van Kalesi için, “Sahranın ortasında yükünü yükleyip çökmüş bir deve gibi, arkası gökyüzüne çıkmış türlü türlü mavi, kızıl ve bukalemun nakşı ibret verici kayadır. Bu kaya çökmüş deve gibi olduğundan başı doğu tarafa bakar Kesikkaya adıyla bilinir, deveboynu da derler. Gerçekten deveboynu gibi eğri kayadır” demiş vaktizamanında.
Ünlü seyyah doğru demiştir. Gerçekten de öyledir. Van Gölü’nün kıyısında, düzlük bir alanın ortasında, devasa kaya kütlelerinin üzerine inşa edilen Van Kalesi’ne, şöyle uzaktan durup gözlerinizi hafifçe kısarak baktığınızda, yüzünü doğuya, arkasını göle dönerek oturan, endamı yerinde bir deve görebilirsiniz.
Ancak Van Kalesi, sadece bu yönüyle değil birçok yönüyle de dikkat çekicidir. Bir zamanların en güçlü medeniyetlerinden biri olan Urartular’ın başkentidir Van. O dönemki ismi ile Tuşba… Başkentin merkezi ve Urartu’nun fethedilemez kalesi, birçok gizemi ve derinliği de içinde barındırır.
Heybeti, diğer hiçbir kaleye benzemez. 80 metre yüksekliği, 120 metre genişliği ve 1800 metre uzunluğu olan bu devasa kale, MÖ 9. Yüzyılda Urartu Kralı Lutipri’nin oğlu Sarduri tarafından MÖ 840-825 yılları arasında inşa edilmiştir.
Urartular’dan sonra, Medler, Ahamenişler, Ermeniler, Partlar, Romalılar, Sasani Persleri, Bizanslılar, Selçuklular, Safeviler, Afşarlar, Osmanlılar ve Ruslar de bu kaleyi kullanmışlardır. O denli fethedilmesi zordur ki rivayete göre Timur, kaleyi kuşattığında en üstüne erişebilmek için kalenin yamacına dağlar kadar toprak yığmaktan başka çare bulamamış.
Evliya Çelebi kaleden bahsederken, “güneyi, batısı ve kuzeyi Van Deryası’dır” der. Ancak günümüzde Van Gölü, kalenin ancak batı tarafına kadar uzanmaktadır. Kale ile göl arasındaki mesafe ise yaklaşık olarak 1 kilometre… Oysa, biz zamanlar gölün suyunun kalenin eteklerine kadar geldiği bilinmektedir. Günümüzde kaleye ziyaretçi girişinin sağlandığı kuzey tarafında kaya bloklarla oluşturulan yapının, bir liman olduğu düşünülmektedir.
Van Kalesi’nin zirvesine, taşlarla döşenmiş bir yoldan çıkılıyor. Surların arasından geçtikten sonra kalenin zirvesinde ilk karşılaşılan mimari yapı ise Süleyman Han Camisi… Pek bilinmez ama bu caminin tarihi Süleyman Han’dan çok daha öncesine dayanır. Öyle ki, yine Çelebi bu cami ile ilgili şöyle demiştir: “Ta Hazret-i Davud asrında yapılmış eski bir mabettir. Daha sonra Hazreti Ebubekir elçilik ile geldiğinde mescit oldu.”
Kalenin görünen özelliklerinin yanında, görünmeyen de var. Bunlardan biri de kalenin gizli, gizemli, bilinmeyen, gösterilmeyen, görüleni de kapalı olan mağaralarıdır. Bu mağaralar hakkında pek çok rivayet olsa da sayıları, özellikleri ve hangi amaçlarla kullanıldığı pek bilinmiyor. Halk arasında çok yaygın bir rivayete göre de kalenin altında ucunun nereye çıkacağı belli olmayan onlarca tünel de var.
Yine Çelebi, bu mağaralarla ilgili, “Van kayalarını peynir gibi oyup mağaralar etmişlerdir ki her mağaraya bin adet camapur askeri girse kaybolur” der. Ayrıca kalede 600 mağara bulunduğunu, bunlardan bazılarının üç katlı olduğunu anlatır. Bu mağaralardan birinde neft yağı madeni olduğunu, bu neftin kayalardan akıp büyük bir havuza dolduğunu ve tüccarlara satıldığını söyler. Günümüzde kalenin etrafında tam bir tur atıldığında Çelebi’nin vermiş olduğu sayı kadar olmasa da birçok mağara halen görülebiliyor. Yerden yaklaşık 50 metre yükseklikteki bir mağaranın girişinin ise demir parmaklıkla kapatıldığı göze çarpıyor.
Yine kalenin güney yamacında, yerden yaklaşık 30 metre yükseklikte devasa bir kayanın üzerindeki çivi yazısı göze çarpar. Bu yazıta Kserkses ya da Serhas yazıtı denir. Ahameniş Kralı I. Serhas tarafından yazılan, 27 satırdan oluşan, Elamca, Akadca ve Eski Farsça dillerinin üçüne aynı anda ve aynı anlamda yer verilen bu yazıtın, Türkçe anlamı ise şöyledir:
Yüce Ahura Mazda tanrıların en büyüğüdür. O, yeri, göğü ve insanı yarattı. İnsan için mutluluğu yarattı. O, geçerli tek bir kanun altında yönetilsinler diye Kserkses’i kral yaptı.
Ben Kserkses, Ahameniş Kralı Darius’un oğlu, büyük ve geniş toprakların, her türden toplumların kralı, krallar kralı, büyük kralların kralıyım. Kral Kserkses şöyle dedi: Kral Darius, babam, Ahura Mazda’nın lütfuyla çok sayıda iyi şeyler yaptı ve yazılsın diye bu panoyu hazırlama emri verdi, fakat buraya henüz bir kitabe yazılmamıştı, bu yazıtın yazılmasını ben emrettim. Ahura Mazda ve diğer tanrılar beni, krallığımı ve yaptıklarımı korusunlar.”
Van Kalesi’nin surlarını günümüzde restore edilmiş haliyle görüyor olsak da birçok noktada orijinal kısımlarını görmek mümkün. Kerpiç duvarlarla yapılmış kale burcu, günümüzde halen varlığını koruyor.
Yaşar Kemal, Van’dan bahsederken kerpiç evlerinden, toprak damlarından, toprak sokaklarından söz eder. En sonunda da kalenin kerpiç duvarlarına vurgu yapar: “Bu kerpiç dünyasının, kendisine mahsus bir mimarisi var. Burada bunca yıl kerpiç evler üzerinde durulmuş, burada kerpiç özelliği olan bir mimaride mi olmasın? Gerçekten çok güzellikleri var bu kerpiç evlerin. Burçları kerpiçten kale gördünüz mü? Kerpiç kale olur mu? Van Kalesi’nin bir ucu kerpiçten daha sapasağlam duruyor.”
Oturan devenin boynuna çıktığımızda, yani doğu tarafındaki en yüksek kısma geldiğimizde bizi günümüzün Tuşba’sı (Van) karşılıyor. Tam da akşam üstü Van’ı böyle kuş bakışı izlemek, keyfine doyumsuz bir haz sunuyor.
Sırtımızı Van’a döndüğümüzdeyse, gözümüzün alabildiğince Van Deryası… Gün batımı yaklaşmışken deryanın suyu bakır rengine bürünüyor. Bir anda şöyle bir düşünce: Bundan 2 bin 800 yıl önce birileri bu kaleyi inşa etti. Bundan 2 bin 800 sene önce birileri bu burçların üzerine çıktı. Bundan 2 bin 800 sene önce güneş yine böyle batıyordu ve yine 2 bin 800 sene önce bu kalenin zirvesinden birileri bu keyfine doyumsuz manzarayı seyrediyordu.
Gün battığında, kale karanlığa bürünüyor. Süleyman Han Camisi’nin ışıkları kalenin zirvesini aydınlatıyor. Tam karşıda Erek Dağı’nın eteklerindeki Van şehrinin ışıkları birer birer yanmaya başlıyor. Böylece Tuşba’da bir gün böyle sona eriyor. Kaynak: Kadir Cesur Gazete Duvar
Serhat News