Erdoğan iktidarı için 2013-2015 arasındaki dönem en kritik dönemdir. 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan adeta bitmiş “çözüm sürecini” devam ediyormuş gibi göstererek 2014’de yapılan yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı.
Bir yılda iki seçim kazanmanın avantajı ile Haziran 2015 seçimlerine girdi. Ancak bu seçimleri kaybetti. 2014’de kendisine iki seçim kazandıran çözüm sürecinin HDP’ye kazandırdığını, kendisine kaybettirdiğini anlayınca “çözüm sürecini” filme havale ederken Türkiye’yi bir anda “güvenliği tehlikede olan bir ülke” havasına soktu.
Darbeci bir anlayışla hareket ederek istediği sonucu alamadığı seçim sonuçlarını yok saydı. İŞİD ve benzeri faktörler devreye sokuldu. HDP’ye savaş açıldı. HDP’nin üzerine MHP’li milliyetçiler saldırtılarak MHP’lilerin AKP’ye oy vermesi planlandı. Suruç ve Ankara katliamları yaşandı. Seçimlerden önce başlayan Kürt kentlerinin yıkımı seçimlerden sonra da devam etti. Barış için çaba harcayan Barış Elçisi Tahir Elçi katledildi.
2015’ten farklı olarak Türkiye büyük bir ekonomik, idari ve siyasi kriz içindedir. Yüzde yüze yaklaşan bir enflasyon var. Bazı temel ihtiyaç maddelerinde enflasyon oranı daha yüksek seyretmektedir. Gıda maddelerinin tedarikinde kıtlık olasılığı toplumda paniğe neden oluyor. Her bakımdan Erdoğan’ın işi giderek zorlaşıyor.
Aralık ayı içinde 9 TL olan doların bir anda 18 TL’ye çıkmasından sonra devreye sokulan Kur endeksli Lira hesabının oluşturduğu rahatlama ile Doların 12-13 TL aralığında işlem görmeye başlaması bir başarı gibi gösterildi. Asgari ücretin ve maaşların yükseltilmesiyle bir başarı hikayesi topluma yedirilmeye çalışıldı. Bu algının devam etmesi halinde Erdoğan baskın bir seçim planı da yapmış olabilir. Bu algı tutmadı.
Doların yükselişi devam etti. Doları belirli bir düzeyde tutmak için Dolar satışı devam etti. Bir dönem için planlanan Döviz endeksli Lira hesaplarının yenilenmesine karar verildi. Böylece hükümet en azından üç aylık bir periyot kazanmış olduğunu düşündü. Dövizin kontrol edilebileceğini ve enflasyonu düşüremeyeceğini kendileri de çok iyi biliyorlar.
Asgari ücretin yeniden belirlenebileceğini söylüyorlar. Bu ekonomik durum devam ettiği müddetçe seçimleri kazanmayacaklarını biliyorlar. Bu nedenle 2015’de Türkiye’nin yerel güvenliğinin gündeme getirilmesine benzer bir güvenlik problemi icat edilebilir.
Rusya’nın Ukrayna’ya ilan ettiği savaş bu konuda Erdoğan’ın başkanlığı için önemli avantajlar sağlıyor. Erdoğan dikkatleri savaşa çevirip savaş politikasını kendisinden başkasının sürdürmeyeceği algısından oy devrişebileceğini düşünüyor. Bununla da yetinmiyor sanki ekonomik krizin oluşunda bir payı yokmuş gibi enflasyonun global gelişmelerden ileri geldiğini göstermeye çalışıyor.
Öyle yapıyor ki sanki enerji fiyatlarının yükselişini savaş ve global artışların varlığına bağlıyor. Elbette bunu yapmak için içeride daha fazla sertleşme yoluna gitmekten kaçınmıyor. Kendisini tıpkı Macaristan Başbakanı Orban gibi Putin yanlısı, Avrupa karşıtı olarak gösteriyor. Orban’ın Macaristan’da yaptığının benzerini Türkiye’de yapmaya çalışıyor.
Durum böyle iken 3 Nisan’da Macaristan’da yapılacak seçimlerin dikkatle izlenmesinde fayda vardır. Erdoğan gib,i otoriter bir yönetim kuran Orban da tıpkı Erdoğan gibi yüksek enflasyonun ve ulusal paradaki düşüklüğü global faktörlere yüklüyor. Orban-Erdoğan benzerliği Orban karşısında demokratik blok oluşturan ittifakı akla getiriyor.
3 Nisan’da Orban’ın yenilgiye uğraması halinde bu yenilgi Erdoğan’ın yenilebileceği konusunda Erdoğan karşıtı ittifaka büyük bir umut verebilse de Türkiye’nin sosyo-politik yapısı ile Macaristan’ın sosyo-politik yapısı arasındaki farkı da gözetmek gerekiyor. Her şeyden önce Türkiye’de siyaseti etkileyen en önemli faktörlerden biri Kürt konusunda çözümsüzlüğün devam ediyor oluşudur.
Bunda sorunu çözümsüzlüğe havale etmede muhalefet blokunun iktidar gibi düşünmeye devam etmesidir. Bu da hükümet karşısında muhalefetin parçalı duruş sergilemesine neden oluyor.
Kürt konusundaki çözümsüzlük adeta normalmiş gibi görünüyor.
Benzer bir durum ekonomik kriz için de söylenebilir. Bu da belirsizliğin ve öngörülmezliğin ekonomi için de normalmiş gibi bir algı yürütülmesini sağlıyor. Erdoğan sözü özgürlüklerden güvenliğe getirdiğinde nasıl ki “biz olmasaydık Irak ve Suriye gibi olacaktık” diyorsa ekonomi için de “hayat pahallığına bakmayın, onları bulabilmek önemli” diyerek normal göstermeyi her alana yaygınlaştırmaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Haziran 2015 yenilgisini gizlemek için “iç güvenliği” kullanarak iktidarını sürdürmesini bildi. Benzer bir politika “dış güvenliğin iç güvenliğe etkisi” formatı ile devreye sokulmak istenebilir. Ekonomik krizinin giderek derinleşeceği gerçeği karşısında Erdoğan’ın bu yönlü politik manevrasından bir başarı devşirme şansı oldukça azdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Serhat News’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.