Rusya’nın Ukrayna saldırısı Avrupa için ABD ve NATO’nun gerekliliğini bir kez daha gündeme getirdi. Avrupa toplumunda Sosyalizme ve Sovyetler Birliğine hep bir saygı vardı. Avrupa devletleri kendi toplumunun bu eğilimi doğrultusunda Rusya’ya korku ile karışık olsa da saygılarını hep gösterdiler. Bunda Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlı olmasının rolü tartışmasızdır.
Enerji konusu Batı Avrupa’nın en zayıf noktasıydı. Bu açıdan Rusya kendisini rahat hissediyordu. 2014 yılında Kırım nedeniyle ABD’nin uyguladığı ekonomik yaptırımlara Avrupa’nın kapsamlı yaptırımlara uymayacağını ummuyordu. ABD, İngiltere ile birlikte bu kez işi sıkı tutarak yaptırımlar konusunda Almanya’ya özellikle enerji tedarikinde önemli güvenceler verdiler.
Rusya’dan Almanya’ya doğal gaz taşıyan Akım-2 boru hattının askıya alınması Almanya’nın ABD’nin yaptırımlarına geniş çapta katıldığını gösterdi. Ukrayna saldırısı öncesinde Ukrayna’ya basit askeri teçhizat göndermeye yanaşmayan Almanya bir anda Ukrayna’ya Stingir ve tanksavar füzeleri verme kararı aldı.
Ukrayna büyük bir silah deposu haline geldi. Ukrayna savaşında Rusya lehine olacağı tahmin edilen koşullar kötüleşmeye başladı. Ukrayna’da Rusya ordusuna karşı büyük bir direniş bunda etkili oldu. Direniş başladıkça ABD’nin Rusya ve Putin’e yönelik eylem ve sözleri giderek sertleşiyor. Rusya Ordusunun savaş suçu işlediği, Putin’in de “savaş suçlusu” olduğu bizzat Biden tarafından dile getirildi.
Dolaylı veya doğrudan Ukrayna’ya askeri yardım, ekonomik yaptırımlarla birlikte uluslararası hukuk devre sokularak Putin köşeye sıkışır mı sıkışmaz mı şimdiden kestirmek güç olsa da “savaş suçlusu” ilan edilmek bir lider için sıradan bir olay değildir. Bunun sonuçları Türkiye’yi de etkileyecek düzeyde olacaktır.
Ukrayna saldırısından önce Ukrayna’yı cesaretlendirici söylemlerde bulunan Erdoğan, Rusya’nın saldırısıyla birlikte Erdoğan “ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçebiliriz” dedi. Sonrasında ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlara uymayacağını söyleyerek fiilen Rusya’dan yana tavır koymuş oldu.
Erdoğan, Putin ve Zelinski arasında “arabuluculuk” rolü oynayabileceğini söyleyerek Rusya ve ABD arasındaki denge ve çelişkilerle kendisini yaşatabileceğini düşünüyor. Ekonomik kriz ve Rusya ile bağımlılık ilişkileri nedeniyle Türkiye’ye bu konuda bir nebze tolerans gösterileceği düşünülürse de Biden’in Putin’e yönelik “savaş suçlusu” söyleminden sonra Erdoğan’a gösterilecek toleransın sınırının sonuna doğru gidilebileceğini gösteriyor.
Erdoğan şimdiye kadar ABD’nin yaptırımlarına uymayacağı yönünde hazırlık yaptı. Erdoğan’ın faizleri artırma yerine Kura endeksli mevduat hesabını devreye sokmasından sonra “yastık altındaki altına” gözünü dikmiş olması “elinde altın bulundurularak” altın üzerinden Rusya’dan enerji alımını sürdürme hesapları yapıyor. Nebati’nin Londra ve Paris’te sermaye çevrelerine Türkiye’ye gelin çağrılarının hiçbir önemi yoktur.
Çünkü Nebati’nin Berat Albayrak’ı temsil ettiği biliniyor. Hazinesi çöken, rezervi sıfırın altına inen Merkez Bankasının oynayabileceği bir rol kalmadığı için Nebati, Rusya’ya yönelik yaptırımlara uymamayı finanse etmek için büyük riskler üstlenerek halka “altınlarınızı getirin, altına endeksli faizinizi de alın” çağrısını yapıyor.
Halkın elinde öyle Nebati’nin söylediği gibi altın var mı yok mu sorusu bir yana halkın elinde altın varsa halk altınını bankalara teslim eder mi etmez mi sorularına da olumlu cevap verme olasılığı çok azdır. Aradan neredeyse bir aydan fazla zaman geçti bu konuda bir ilerleme de görülmedi.
Bu açıdan bakıldığında Erdoğan’ın Rusya’ya yönelik yaptırımlara uymama yönündeki politikalarını sürdürmesinin koşulları kalmamıştır. Erdoğan tercihini yapmak zorundadır. Hangi tercihi yaparsa yapsın hiçbir tercih Erdoğan’ı kurtarmaya yetmeyecek ve Türkiye yeni bir politik sürece girecektir. 24 Mart’ta Ukrayna için yapılacak NATO toplantısında bu tercihin ip uçları görülebilir.