“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı için 2017 yılında ihraç edilen Akademisyen Aydın Bayad hakkında verilen ‘göreve iade’ kararını değerlendirerek, “Uzaklaştırma ve ihraçların yarattığı tahribat literatüre ‘sivil ölüm’ olarak geçti” diyor.
16 Ocak 2016’da kendisine ‘Barış İçin Akademisyenler’ diyen 2 binin üzerinde akademisyen, “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla bir bildiri yayınladı. Bildiriyi imzalayan akademisyenlerin büyük bölümü, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden hemen sonra 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile ihraç edilmeye başlandı. Yüksek mahkeme, 26 Temmuz 2019’da oy çokluğuyla verdiği kararda, akademisyenlerin ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini tespit etti. AYM’nin kararından sonra yeniden yargılanan akademisyenlerin davalarının büyük çoğunluğunda beraat kararları çıktı. Hâlâ süren çok az sayıda dava bulunuyor.
‘Açılan dava hukuki değil politikti’
Bildiriyi imzalayan akademisyenlerden 406’sı ihraç edildi, 822’si hakkında ceza davası açıldı. Açılan davalarda, 204 akademisyene 1 yıl 3 ay ile 3 yıl arasında değişen sürelerde hapis cezaları verildi. Akademisyen Aydın Bayad, yaşanan ihraçlar için “Uzaklaştırma ve ihraçların yarattığı tahribat literatüre ‘sivil ölüm’ olarak geçti” diye tanımlıyor. Bayad, hakkında verilen ‘göreve iade’ kararı ile ilgili Türkiye gibi ülkelerde reel politikanın kurumlar üstü olduğunu ifade ederek, hem gündemi hem de hukuki değerlendirmeleri politik iklimin belirlediğini söylüyor. Bayad, kendisi hakkında ‘Devletin milli güvenliğini tehdit etmek ve propaganda’ suçlamasıyla açılan davanın hukuki değil politik olduğunu belirtiyor.
İhraç kararını yurtdışında iken öğrenen Bayad, Türkiye’ye geri dönmeyerek doktora ve yarım bıraktığı ‘Barış’ın Sosyal Temsilleri’ üzerine yürüttüğü çalışmasına, Türkiye’de kalan meslektaşlarının da gayret ve emekleriyle devam ediyor. Bayad, “Yani özetle, farklı bir ülkede ve kurumda -ne mutlu ki- araştırmaya ve yazmaya devam ettim” diyor. Bu kararının ailesi ve sevdiklerinden uzak geçirdiği üç yıla mal olduğunu da ekliyor.
‘Ortada suç teşkil edecek bir durum yok’
Kamu görevinden ihraç edilme gerekçesi olarak ‘devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunmak’ gösterildiğini belirten Bayad, ortada suç teşkil edecek bir faaliyetin olmadığını vurguluyor. Kamuya açık bir bildiriye imza vermenin bir suç teşkil edemeyeceğini Anayasa Mahkemesi’nin de 2019’da karara bağladığını söylüyor. Bayad, “Binlerce insanın kamudan ihraç edilmesini mümkün kılan asıl fecaat uygulama veya düzenek, siyasi iktidarın darbe girişimi sonrası icat ettiği ‘iltisaklı olma suçu’. Bugün ki, mevzuya bahis mahkeme kararı ise ben ve benim gibi arkadaşlar için ‘iltisaklı’ olmaya bile yeter bilgi ve belge bulunamayacağına hükmediyor (!); ve üniversitelerin işten çıkarma kararını haksız buluyor” diye vurguluyor.
‘Umutlu ama temkinliyim’
Bayad, bu kararın kendisinin kişisel davasının çok ötesine geçen bir anlamı olduğunu ifade ederek, “Zira ‘iltisak’ denen ucube kavramın hukuki bir zemininin olmadığını ve binlerce insanı bu torbaya koyup haklarını gasp etmenin -pratikte öyle olsa bile- gerçekte öyle kolay ol(a)mayacağını gösteriyor” diyor. Bayad, umutlu, ama temkinli olduğunu söyleyerek, politik ikim henüz değişmediğini de ekliyor. Karara sevindiğini söyleyen Bayad, “Bu Olağanüstü Hal Rejimine karşı verilmiş uzun ve çetrefilli hukuki mücadelenin bir zaferidir” diye ekliyor.
Bu sevincin aynı zamanda buruk bir sevinç olduğunu dile getiren Bayad, imzanın üzerinden 7, ihracının üzerinden ise 5 yıl geçtiğini söylüyor. Bayad, bu süreçte hayata tutunabilecek kadar şanslı olsa bile geri getiremeyeceği kadar çok şey kaybettiğini de belirtiyor. Kararın uygulanması halinde en hafif anlamıyla ‘geç gelmiş bir adalet’ olarak tanımlıyor iade kararını Bayad, “Bana maddi-manevi maliyeti bir yana bizim gibi genç ve idealist bir kuşakta yarattığı küskünlük, tahribatın hesabını yapmak çok zor” diyor.
‘İltisak denen kavram kanunsuz ve temelsiz bir itham’
Bayad, mahkeme sonucunda suçsuz bulunarak iade edilmesine ilişkin, “Daha önce söylediğim gibi bu ‘iltisak’ denen kavram kanunsuz ve temelsiz bir itham. Mahkeme bunun bile ispatının mümkün olmadığını söylüyor. Eminim ki, doğumumdan itibaren tüm kayıtlarımı didik didik etmişlerdir. Ama asıl trajedi burada zaten, hepimiz adı sanı belli, eğitimli ve nitelikli insanlarız. Bunca yıldır her vatandaş gibi legal bir hayat sürerken nasıl olur da birden bire illegal bir yol veya yöntem seçebiliriz ki?” diye soruyor.
Bayad, karar hakkında, “Karar öbür türlü bile olsaydı bile (ki aynı metne atan bazı arkadaşlarımıza ‘iltisaklı’ diyen mahkemeler de oldu) ne benim eylemimin ne de söylediğimiz sözün haklılığı değişmeyecekti; barış talep etmek hiçbir koşulda suç olamaz” diye ekliyor.
‘İstenmeyen adam ilan edildim’
Bayad sözlerini şöyle sürdürüyor: “Sanırım 2014 yılı baharında ÖYP programıyla Van YYÜ psikoloji bölümüne araştırma görevlisi olarak atandım. ‘Kuş uçmaz kervan geçmez’ bu taşra üniversitesine Türkiye’nin farklı bölgelerinden üstelik uluslararası bağlantıları olan, eğitime ve değişime hevesli, kaçıp gitmek değil kalıp değiştirmek üzere hoş geldin ettiler bizi. Henüz Barış süreci resmen sonlanmadığı için politik görüş ve anlayışlarımız farklı olsa da, bir tartışma kültürü inşa edebileceğimize dair umutluydum.
Doktora eğitimim için İstanbul’a dönmem gerektiği için çok kısa kaldım Van’da ama YYÜ ile gayet medeni ve resmi bir iletişim sürdürdük imzaya kadar. İmzadan sonra bu saydığım insanların hepsi kapı duvar oldular. Ne maillerime ne masajlarıma dönmez, bırakın talep ve isteklerimi sorularımı bile cevaplamaz oldular. İmzacı olduğumu duyan memurlar bile gözlerime bakmıyordu artık. Ezcümle, el üstünde tutulurken birdenbire ‘istenmeyen adam’ ilan edildim.”
‘Üniversite denen kurumun ortadan kaldırılmasına şahidim’
Bayad, İstanbul Üniversitesi’nde kaldığı dönem de okula tarihinde hiç olmadığı kadar polis baskını olduğunu söylüyor. Bayad, “İlerici-solcu öğrencileriyle ünlü Edebiyat Fakültesi’nin birkaç yıl içinde Ülkücü-Gerici gruplara polis gözetiminde nasıl peşkeş çekildiğini birinci elden gözlemledim” diyor. Bayad, neredeyse yüzyıllık fakültelerin olduğu İstanbul Üniversitesi’nde liyakatsiz yöneticilerin nasıl fakülte kültürünü tepeden inme bir biçimde dizayn ettiğini, bürokratik engellemelerle yetenekli hoca ve araştırmacıların yavaş yavaş bu kurumları terk ettiğine de şahit olduğunu belirtiyor.
Kararın zamanlaması konusunda şaşkın olduğunu söyleyen Bayad, “Ancak tahminim devlet bürokrasisi içinde belirli bir grubun politik iklimin seçimle değişeceğine kani olması” diye kaydediyor. Bayad, parlamenter demokrasiye dönüş olması durumunda yeniden inşa sürecinde kadrolaşma trafiğinde yerlerinde kalmak istedikleri için bu kararı verdiklerini düşündüğünü söylüyor. Ve son olarak, “Ama taraflardan hangisinin baskın geleceğini hep birlikte bekleyip göreceğiz, seçim ola hayrola” diye de ekliyor.
Serhat News