Hava dışarıda soğuk.
İçerde, sizi gevşeten bir sıcaklık var. Klimalar yanıyor. Montsuz gezebilirsiniz her köşesinde kadın cerrahi servis alanının…
Geceyi buluyor saatler. Çeşitli vilayetlerin merkezlerinden hastasını yatıran refakatçiler var bu hastanede.
Ağır hastalarına refakat ediyorlar.
Ne zaman taburcu olacakları belirsiz!
Hasta refakatçileri, tanışmamaya gayret gösteriyorlar biribirileriyle. Çünkü büyükşehir insanı düşüncesi hakim.
Çekimser bir görüntü gözlemliyorum.
Mesela; Muş’tan bir hasta yakını var. Henüz 5 yaşlarında bir çocuk, kaynar su yüzüne dökülmüş, yanık ünitesi önünde bekliyor.
Sıcak samimi bir insan!
Bu çocuğa refakat eden babası. Geçmek bilmeyen zaman onu bunaltıyor. Bekleme alanında nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyor.
Arada hasta yakınları ile sohbet ediyor. Hastane bölümlerinin yolunu bilmeyene servise kadar eşlik ediyor.
Serviste çocuğu yatıyor. Evi Muş’ta. Kaderini iliklerine kadar sessizce yaşıyor. Bir misafirhanesi olmadığı için hastanenin, bekleme salonunda yatıp kalkıyor.
Tek umudu var.
Doktorların iki güzel cümlesine bakıyor gözleri.
Çaresiz, ama umutlu. Volta atıyor köşelerinde hastanenin. Aklı başında olsa hastanenin simetrik haritasını çıkaracak kadar pratik bir sabra sahip.
Haksız da değil. Çocuğu yatıyor yanık ünitesinde.
Gözlerinde uykusuzluk akıyor. Fark ettim ki simitle besleniyor.
Gecenin geç vakitlerinde dizlerine yorgunluk, bedenine ağırlık çöktüğünde, gelip demir sandalyelerin süngerle döşenmiş koltuklarına dayıyor başını.
Ne kadar rahat bir uyku düşünsenize(!)…
Ama sabırlı…
Tek tesellisi; yanık ünitesi servisinde yatan çocuğunun eski sağlığına kavuşması.
O da bekleme salonu müdavimi! Dönüp dolaşacağı yer bundan ötesi olamaz.
Çocuğa en iyi dileklerimi bırakıyorum.
Derken; bekleme salonunda. Sayıları 30’a dayanan Hakkarililer var. Kadın erkek 20 güne yakındır bu salonda yatıp kalkıyorlar.
Müthiş bir saygı var aralarında.
Küçükler büyüklere saygıda zerre kusur etmiyor, büyükler küçüklere olgun gibi davranıyor.
Kritik bir ameliyata giren hastaları var sevinçle iyi haberlerini bekledikleri.
Evleri Hakkari’de. Ama yalnız değiller. Buradaki akraba eş dostları onları bir an olsun yalnız bırakmıyor. 20 gündür bu salonda sabırla bekliyorlar.
Çok Umutlular.
Kadınlar, erkekler, çocuklar hep birlikte buradalar.
Sabah kahvaltı başta olmak üzere; öğle ve akşam yemekleri tencerelerle geliyor. Bir lokantadan değil elbette. İnsanlık ölmedi dedirten yakınlarından dostlarından.
Battaniyeler, bekleme salonuna serilmiş üzerine minderler.
Başında beyaz yazması ile bir kadın elinde doksandokuzluk teşbihi, çekiyor. Belki de yoğun bakımdaki hasta için sürekli dualar… Kim bilir…
Çok asil bir duruşu var! Kadınlar büyük bir hürmetle yaklaşıyor kendisine. Çok fazla söze girmiyor. Konuşan kadınlar içinde hep sessiz ve elindeki tespihi çekmekten hiç geri durmuyor.
Büyüklüğünün hakkını tereddütsüz veriyor.
Ardı arkası kesilmeyen ziyaretçi akını var. Başkalarına rahatsızlık vermemek adına kısa tutuyorlar iyi dileklerini.
Gözlemliyorum elimde olmadan!
Bir öğle saati bekleme salonunda oturuyorum. Diğer hasta yakınları gibi. Ellerinde yemeklerle gençler giriyor içeriye. Bir hazırlık var bu salonda.
Gözle görülür bir hareketlilik.
Kadınlar yere naylon sofra seriyor. Birbiri ardına tencerelerle gençler hızla geliyor kan-ter içinde.
Belli ki yorulmuşlar.
Yemek tencereleri kadınların oturduğu bölüme bırakılıyor.
Büyük bir şaşkınlıkla olanları izliyorum.
Ne oluyor burada? Şaşırmamak mümkün değil!
Çünkü o sırada yemek verilen sayısı da artıyor.
Tüm bunları hayretle izlerken, birden bir genç elinde yemek, bana da uzatıyor.
Afallıyorum!
Hayır, teşekkür ederim. Dememe rağmen; “olur mu öyle şey birlikte yiyeceğiz”
Bana da sofralarından ölmemiş insanlıklarını ikram ediyorlar.
Nasıl bir yer burası, kim bunlar? Soruları dürtüyor beni!
Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı yemek yediği bu bekleme salonunda küçümsenmeyecek büyüklükte bir insanlık çıkıyor ortaya merakımı giderek tetikleyen.
Herkes; sofralarının davetli misafiri gibi bol bir yemek var birazdan hiç tanımadıkları insanlarla bölüşecekleri.
Gelen her ziyaretçi bu sofraya konuk oluyor. Hastasını bekleyen diğer refakatçiler gibi.
Mesela siz hiç tanımadığınız insanla kaç gün yemeğinizi paylaşırsınız?
Kaç akrabanız, yakınınız size mutlulukla yemek getirebilir? En son ne zaman tanımadığınız bir insanla yemek yediniz?
Kaç yakınınız, “Endişelenme her koşulda yanındayım” dedi?
Az çok cevabınızı tahmin ediyorum!
Bu sofra, binlerce yıllık insanlığın sofrası. Bu paylaşım ata babadan gelen bir miras!
Bu dayanışma, Kürt coğrafyasında bulunan Hakkarililerde, çok daha baskın! Onlar bu büyük dayanışma ve iyi niyetlerinin çok zaman mağduru, kurbanı oldular!
Hakkarililere yönelik o çirkin yaftaları bu mümtaz aileyi yazarken kullanmayacağım.
İyilikten maraz doğar söylemini ısrarla çürütüyorlar.
Devam ediyoruz, Mustafa bey ve ailesiyle izlenimlerime.
Fakat bu sofrada Hayır deme lüksünüz yok.
Mustafa bey çocukları ile ameliyat olan Hanımı Meryem Kurt’u bekliyor. Zerre bir yılgınlık görmüyorum.
Merak edip kendisini tanımaya çalışıyorum.
Geçmiş olsun, sofranızın ikramıyla merak ettim sizi tanımak istiyorum dedim. Yemeğinizi yemek zorunda kaldım. Belki de bir başkasının hakkını diyerek…
Böyle tanışıyoruz. Hakkari Çimenli Köyü kanaat önderi (Rüsipi) Mustafa Kurt ve ailesiyle.
Ağır başlı, oturaklı her yaştan ziyaretçisiyle ilgileniyor.
Yemek esnasında tüm hasta refakatçilerini sofrasına davet ediyor ve üstelik ısrarla.
Oldukça cömert bir karakter. Ağır bir ameliyat geçiren hayat arkadaşının içeride bilinci kapalı olmasına rağmen üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyor.
Çünkü o bir ailenin önde geleni. Güçlü duruyor.
Çocuklarına, yakınlarına rehber konumunda bir baba.
Aile bireyleri ve belki de yaşça kendisinden daha olgun inşalar da saygı gösteriyor kendisine.
Yemek faslını sordum!
‘Akrabalarım yakınlarım getiriyor’ diyerek söze girdi. Ve ekledi; “Bizde böyledir. Şu gördüğün bekleyen hiç kimsenin evi Van’da yok. Hepimiz Hakkari’den geldik. 20 gündür buradayız. Ev tuttum 2 aylığına 3+1 dayalı döşeli orada da akrabalarımı ağırlıyorum.
Peki bu yemekler? diye soruyorum
“Bu yemekleri evleri Van’da olan akrabalarımız getiriyor. Gün yapmışlar aralarında, herkes her gün beni arıyor bu gün yemeği ben getireceğim diye.
Ve aralarında anlaşmışlar yakınlarımız olan aileler. Gördüğünüz gibi bu yemekleri getiriyorlar. Mesela bu günkü yemeği 20 yıl önce evimde ağırladığım bir dostum getirmiş.” dedi.
Van’da yaşayan akrabaları olan Hakkarililer, hemşerileri olan Mustafa Kurt’u bir an olsun yalnız bırakmıyor.
Telefonu çok sık çalıyor. Gelen her aramayı yanıtlayıp, son cümlesi olan teşekkürle kapatıyor.
Salonda Ağrı’dan, Bitlis’ten, Muş’tan hasta yakınları var çeşitli illerden gelen. Benden önce tanımışlar Hakkarilileri, insanlıklarını ve cömert yaklaşımlarını.
Tatmışlar sofralarından yemeklerini… Bu güzel insanların ılıman insani durumu onları da etkilemiş.
Yanıma yetmiş yaşın üstünde biri oturuyor. Mustafa beyle sohbet ettiğimi görmüş.
Ona da soruyorum. Sende mi Hakkarili misin mamo!
Kürtçe evet diyor (Belê)
“Hasta bizim diyor. “Mustafa beyi işaret ederek, bu gördüğün adam bizim köyün büyüğüdür. Dedeleri de öyleydi. Köyümüzün her sorununa yetişirler. Pikniğe bile bizsiz gitmezler. Kimseye zor zamanlarında sırt çevirmezler. Benimde hastam olsa Mustafa bey ailesiyle yine burada olurdu. dedi.
Şimdi daha iyi anlıyorum. Hakkarililerin bu yoğun ziyaretlerini, tencerelerle yemek seferberliğine girmelerini.
Duyarlılığın, dayanışmanın ve temelinde insanlığın, ölmediğinin resmini çiziyorlardı bu insanlar. Kritik hastaları yatarken ihmal etmedikleri akrabalarıyla. Yemek yerken, görmezden gelmedikleri diğer hasta yakınlarıyla.
Hakkarili bunlar, taviz verirler mi insan olan yanlarından?
Medeniyetin başkenti Hakkari insanından söz ediyoruz!
Birlikte bir sofranın lezzetini bölüşmek her insanın haddi değildir.
Orada bulunan herkese kendi ailelerinden bir fertmiş gibi yaklaşmalarını da….
O hastane görüntüleri bizim sosyal hayatımızda yok artık.
Ne eskisi misafirimiz, ne aldıklarımızı paylaştığımız insanlar hayatımızda yok artık.
Şehir olarak büyürken insanlığımızın ne kadar küçüldüğünün farkında mıyız?
Hepimiz farkındayız daralan insanlığımızın bize dahi faydası olmadığını!
Van Büyükşehir artık.
Kimsenin, kimseyi tanımadığı insanlığa yer vermediği..
Bu son gözlemimdi. Hastalar, refakatçiler ve bizlerin hayatına dokunan elleriyle sağlık çalışanları, Tüm bunları siz değerli okurlara aktarırken, merakın insanın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve kendimizi bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini dilim vardığınca anlatmaya çalıştım. 3 günlük gözlemlerimi kusurlarıyla kabul gördüğünüz, her satırına saygıyla teşekkür ederim.
Yeni değerlendirmelerde görüşmek umuduyla sağlıklı kalın…