1. Haberler
  2. Güncel
  3. Kadın örgütlerinden 2021’in kadın hakları karnesi

Kadın örgütlerinden 2021’in kadın hakları karnesi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hak savunucuları, 2021 yılı kadınlar için uygulanmayan yasal mevzuatlarla devlet güvencesinden mahrum kaldığı bir yıl olarak anılacak.

Kadın dernekleri ve kadın hakları savunucuları, 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nde Türkiye’de 2021’in kadın hakları karnesini değerlendirdi. Dünyanın birçok ülkesinden önce, 1934 yılında ‘seçme ve seçilme hakkı’nı elde eden Türkiyeli kadınların hakları konusunda hangi ilerlemeler kaydedildi? Özellikle kadın cinayetlerinin giderek arttığı son yıllarda ve özel olarak 2021 yılında Türkiye’de kadın hakları konusunda hangi gelişmeler kaydedildi? Kadın örgütleri ve kadın hakları savunucuları anlattı. Hak savunucuları 2021 yılı biz kadınlar için “Şiddete, taciz, tecavüz ve istismara daha fazla maruz kaldığımız ve istihdamda azalarak yoksulluğa terk edildiğimiz, uygulanmayan yasal mevzuatlarla devlet güvencesinden mahrum kaldığımız yıl olarak anılacak,” ifadelerini kullandı.

İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararını hukuksuz bulan kadın hakları savunucuları Duvar’dan Didem Mercan’a konuştu. Röportajın tamamı şöyle:

‘Devlet Güvencesinden Mahrum Kaldığımız Bir Yıl Olarak Anılacak’

Kadınlar açısından 2021 yılının geçmiş yıllara oranla akıllardan hiç çıkmayacak ve tarihe not düşülecek bir yıl olduğunu belirten Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, “2021, 20 Mart gecesi Resmi Gazete’den Cumhurbaşkanı imzası ile Avrupa Konseyi Kadınlara Karşı Her Türlü Şiddetin Önlenmesi Sözleşmesi’nin yani İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararının alınmış olduğu bir yıldır,’’ dedi.

Güllü, “İktidar kendi döneminde yaptığı bir sözleşmeyi siyasi ikbal uğruna yürürlükten kaldırma gayretini üstelik hukuksuzca ortaya koymuştur” ifadelerini kullandı ve sözlerine şu şekilde devam etti:

“Bu kadınların yaşam haklarının ihlaline yönelik unutulmayacak bir adımdır. Üstelik bu ülkede kadın katliamlarının arttığı bir dönemde bu durumu görmezden gelen bir bakış açısının yansımasıdır. Covid-19 döneminde mağduriyetlerin arttığı ve kadınların daha fazla yoksullaştığı bir dönemde alınan bu kararın sorgulanması gereklidir. Sözleşmeden çekilmenin Resmi Gazete’de yayın tarihinden itibaren 226 kadının ekim sonu itibariyle katledilmesi bu vahim durumu ortaya koymaktadır. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren mekanizmalar konusunda uygulama noktasındaki dirayetsizlik durumu iç acıtıcıdır. Biz kadınlar için 2021 yılı bu anlamda karnesi zayıf olan bir yıl oldu. Şiddete, taciz, tecavüz ve istismara daha fazla maruz kaldığımız ve istihdamda azalarak yoksulluğa terk edildiğimiz, uygulanmayan yasal mevzuatlarla devlet güvencesinden mahrum kaldığımız yıl olarak anılacak.”

‘İstanbul Sözleşmesi’nin Çizdiği Yol Haritası İzlendiğinde Şiddetin Önüne Geçilmesi Mümkündür’

Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın hakları konusunda büyük ilerlemeler kat edildiğini belirten İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Şükran Eroğlu, “İlk kurulan TBMM’de kadın temsiliyet oranı yüzde 18’di ve Türkiye bu alanda dünyada ikinci sırada yer alıyordu” diyerek şu şekilde devam etti:

“Türkiye Şiddetle mücadelede olumlu adımlar attı ancak ne yazık ki 4-5 yıl öncesinde artık bir şey yapılmamaya, kanunlar yeterince uygulanmamaya ve hem sözleşmeye, hem de 6284 sayılı yasaya karşı farklı algılar yaratmaya yönelik söylemler başladı ve Türkiye bir gece yarısında Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.”

Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin nasıl önlenebileceğini değerlendiren Eroğlu, “İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği yol haritası izlendiğinde şiddetin önüne geçilmesi mümkündür,” dedi ve sözlerine şu şekilde devam etti:

“Halen TBMM’de 103 kadın milletvekili var ve kadın temsiliyet oranı yüzde 17. TÜİK kadınların iş gücüne katılım oranının yüzde 34’lerde kaldığını açıkladı. Özellikle pandemi döneminde okulların kapanması nedeniyle çocuklara bakabilmek için anneler işten ayrıldı. 4+4+4 eğitim sistemi kız çocuklarının eğitimden ayrılmasına neden oldu. İlk 4 yılı okuduktan sonra okula gitmeyen kız çocuğu oranı yüzde 45’lerde. Yasalar uygulanmıyor, mahkemeler tedbir süresini 15 güne kadar düşürmüş bulunuyor. Kadın cinayeti failleri takım elbise giydi, ‘pişmanım’ dedi diye takdiri indirimlerden faydalanıyor. Sıklıkla çıkan aflar sayesinde de cezalarını tamamlamadan cezaevlerinden çıkıyor ve yeniden cinayet ya da şiddet uyguluyorlar. Öncelikle devletin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekli. Bunlar İstanbul Sözleşmesi’nde tek tek sayılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet veri tutmamakta, tuttuğu verilerde gerçeği yansıtmamaktadır. Örneğin, pandemi döneminde kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet artarken devlet ‘şiddetin azaldığını’ açıklayabilmektedir. Siyasiler ve topluma örnek olan insanlar sözlerine ve davranışlarına dikkat etmeli, kadınlar üzerinden yanlış söylemlerinden vazgeçmelidirler.”

Eroğlu değerlendirmelerini şu şekilde sonlandırdı:

“Devlet ve toplum olarak şiddete karşı sıfır toleransla hareket etmemiz, yasaların uygulanmasını, eğitim seferberliğinin başlatılmasını ve kadınların sosyal, kültürel, ekonomik olarak güçlendirilmesini ilk hedef olarak belirlememiz gerekiyor.”

‘Kadın Cinayetlerinin Arkasındaki Sebep Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğidir’

‘Kadın cinayetlerinin ardından yatan tek bir sebep var, o da toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir’ diyen Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği Genel Koordinatörü Hilal Gencay da şu değerlendirmelerde bulundu:

“Toplumsal cinsiyet eşitsizliği içinde yaşadığımız atmosferin her hava zerreciğinde mevcut ve bizi sürekli etkilemeye devam ediyor. Kimi zaman kadınlara parmak sallayan, tehditler savuran siyasetçilerin sözlerinde, kimi zaman kadınlar konu olunca asli sorumluluklarını bir kenara bırakabilen kamu çalışanlarının tavırlarında, kimi zaman kadınlara sürekli ne yapmaları, nasıl olmaları gerektiğini anlatanların davranışlarında, kimi zaman anne olmayan kadına kadın demeyen zihniyette ve son olarak etrafımızda ya da medyada kadına yönelen psikolojik, ekonomik, cinsel, fiziksel her türlü şiddette yüzümüze çarpıyor. Bu eşitsizlik ancak şiddete hatta cinayetlere dönüştüğünde görünür oluyor, oysa ki oraya gelene kadar eşitsizlik kadınların hayatlarında neredeyse her gün karşı karşıya kaldıkları bir durum.”

2021 yılında kaç kadının öldürüldüğü ya da şiddete maruz bırakıldığına ilişkin sorumuzu da yanıtlayan Gencay şöyle konuştu: “Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre; erkekler, Türkiye’nin çeşitli illerinde, 1 Ocak 2021-23 Kasım 2021 dönemindeki 326 günde, en az 285 kadını öldürdü. Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan üçü trans kadındı. Yine aynı kaynağa göre erkekler, 1 Ocak 2021-23 Kasım 2021 arası dönemde en az 711 kadına şiddet uyguladı. Ayrıca yine aynı dönemde en az 193 kadının ölümü basına ‘şüpheli’ olarak yansıdı.”

Evinde, iş yerinde, sokakta tacize ya da şiddete maruz bırakılan kadınlar için hatırlatmalarda bulunan Gencay, “Bu konuda özellikle İstanbul’daki kadınlara ilk önerdiğimiz şey Mor Çatı’yı ve İBB’nin şiddet destek hattı 444 80 86’ü aramaları,” dedi ve ekledi:

“Daha genel olarak da Alo 183 Aile Bakanlığı Çağrı Merkezi, Alo 155 Polis İmdat, ALO 156 Jandarma İmdat, internete erişimi akıllı cep telefonu üzerinden olanlar için KADES, bulunan ildeki ŞÖNİM, belediyelere bağlı Kadın Danışma Merkezleri, Baro Kadın Danışmanlık Merkezleri (444 26 18) ve Adli Yardım Servisleri ile bulunulan ilde bu alanda çalışan bağımsız kadın örgütleri psikolojik, hukuki destekler için ilk sıralayacaklarımız olur.”

‘Hukuku Etkin Kılan Onun Hayata Geçirilmesidir’

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nden Av. Müjde Tozbey, kadın cinayetleri açısından bakıldığında birçok olayda kadın lehine sonuçlanan bir karardan bahsetmenin oldukça zor olduğunu söyledi. Sözlerine bir örnek üzerinden devam eden Tozbey, “Tuba Erkol davasında normalde eşini öldürdüğü için failin ağırlaştırılmış müebbete mahkum edilmesi gerekirken 18 yıl hapis cezası verilerek haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulandı. Bu failin infaz mevzuatına göre maksimum 15-18 yıl hapiste kalması anlamına geliyor. Bu da genç bir adamın günün sonunda bir geleceği de olabileceği anlamına geliyor. Halbuki Tuba için herhangi bir gelecek söz konusu değil. Önlenemeyen bir şiddet sarmalının sonucu olarak öldürülen kadınlar için ne yazık ki lehe gelişmelerden söz edemiyoruz,” dedi.

Tozbey sözlerine şu şekilde devam etti: “Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği olarak sahip olduğumuz hakların yalnızca yasa metinlerinde yer aldıklarında etkisiz kaldıklarını gözlemliyoruz. Şunun farkındayız, hukuku etkili kılan şey, onu hayata geçirebilmektir. Hukuku yaşanılır ve etkili kılan da, onun için mücadele edenlerdir. Hak mücadelesi sürdükçe dünyamızın şiddetten arınacağını biliyoruz. Her geçen gün artış göstermekte olan kadın cinayetleri ve çocuk istismarlarının önüne geçebilmek için toplum dinamiklerinin değişmesine ihtiyacımız var. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi adına alınan Cumhurbaşkanı kararının bu anlamda hukukun toplum dinamiklerindeki güvenirliğini sarstığını söyleyebiliriz. İnsanlar haklarına sahip çıktıkça İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı kanun gibi kazanımlar arttı. Ancak bu mücadele daimi olmalı ki, kazanımlarımızdan geri düşmeyelim. Elbette insan hakları alanındaki kazanımlar geriye giderken bir anlamda da hukukun uygulanmaması gibi fiili bir durumla karşı karşıya kalabiliyoruz. Aslında sözleşme temmuz ayına kadar geçerli olmasına rağmen sanki kadınların talep ettikleri koruma kararlarının hükümsüz kalması gibi bir anlayış topluma yayıldı. Bu anlayışı değiştirmek için yalnızca İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak değil, hukukun uygulatılabilmesi için mücadele edilmesi gerekiyor.”

‘Kadınlar Yeterince Desteğe Ulaşamadı’

2021 yılında şiddet görüp hayatta kalan kadınların yeterince destek görüp görmediğini değerlendiren Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği Medya ve Savunuculuk Koordinatörü Şehlem Kaçar ise şu açıklamaları yaptı: ” ‘Destek İstemek Hakkım’ adıyla bir rapor yazdık. Burada amacımız Cinsel Şiddetten Hayatta Kalanların deneyimleriyle destek birimlerinin insan haklarına uygun olup olmadığını görmeye çalışmaktı. Bu rapor derneğimize başvuran 29 danışanın deneyimlerinden yola çıkarak oluşturuldu. Araştırma evrenimizin kısıtlılığı nedeniyle hayatta kalanlar için, yani Türkiye’nin genelinde, cinsel şiddete maruz bırakılan ve haklara erişim konusunda sorun yaşayan kişiler için genel bir cevap veremiyoruz. Biz yalnızca danışanlarımızdan edindiğimiz bilgileri, medyaya yansıyan ve infial yaratan olayları, sahadaki gözlemlerimizden edindiğimiz bilgileri söyleyebiliriz. Tüm bunlar da ‘hayır, haklara erişemediler’ cevabını getiriyor. Cinsel şiddete maruz bırakılan kişilerin desteklenmesi meselesinde devlet kurumlarının veri paylaşmayarak da gerçek tabloyu görmemize engel teşkil ettiklerini söylemek doğru olacaktır. Yaptığımız araştırmaya göre hizmetler yetersiz, merkez sayıları yetersiz, personelin eğitimi yetersiz, kurumlarda danışanlar mağdur suçlayıcılık ve ayrımcılıkla karşılaşıyor, adil yaklaşım çok az, çok kapılı sistem hayatta kalanları yoruyor ve ikincil travmaya neden oluyor.”

Devlet kurumlarına ulaşmakta zorlandıklarını belirten Kaçar, “Tam olarak sorduğumuz soruya yanıt alma oranımız yüzde 1” dedi. Kaçar, “Hayatta kalanların deneyimleri gösteriyor ki cinsel şiddete maruz bırakılanlar en çok feministlere, LGBTİ+ örgütlerine, kadın Sivil Toplum Kuruluşlarına ve çevrelerine güveniyor, devlet kurumlarına değil. 2020 yılındaki nüfusa göre Türkiye’de olması gereken minimum merkez sayısı 5314, bakanlığın bize verdiği rakam ise 477 merkez olduğu yönünde. Türkiye’de Cinsel Şiddet Destek Merkezi, Tecavüz Kriz Merkezi yok, oysa ki nüfusa göre 312 adet merkez olmalı,’’ şeklinde konuştu.

2021 yılında Türkiye’de Kadın ve LGBTİ+ hakları konusunda büyük bir gerileme yaşandığını da ifade eden Kaçar, 4. Yargı Paketi’ne atıfta bulunarak sözlerine şu şekilde devam etti:

“Cinsel istismarda somut delil aranması tartışmaları da 4. Yargı Paketi içerisinde Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi içinde temmuz ayında TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Teklifin birinci bölümünde cinsel istismar, taciz, kasten öldürme ve işkence gibi katalog suçlarda tutuklama için ‘somut delil şartı aranması’ hükmü getirildi’.”

Kaçar, “Kaybolan bir kadının cep telefonu sinyallerine ulaşmak için mesai saatinin beklenmesi, yine 6284 Sayılı Kanun’un gereklerine aykırı olarak kolluk kuvvetlerinin acil harekete geçmediklerinin, işlerini yapmadıklarının bir göstergesiydi. Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar’ın tecavüz ettikten sonra öldürdüğü iddia edilen Yeldana Kaharman’ın polise şikayet için gittiği fakat ifadesinin alınmadığı ve şüpheli bir ölümün araştırılmadığı da gündem oldu,” dedi ve sözlerini şu şekilde sonlandırdı:

“Bir mafya liderinin açıklamaları ile siyaset-devlet-mafya ilişkileri ve devletin İçişleri Bakanının fail olarak işaret edildiği ya da dahlinin bulunduğu çeşitli suçlar gündemleşti. Bu gündem içerisinde İçişleri Bakanı kendisi hakkındaki suçlamalara karşılık, ‘Herkes o videoları izliyorsa ne olmuş? Herkes çocuk pornosu da izliyor’ diye bir demeçte bulundu. Bu şekilde devletin en üst kademesindeki yetkililerden birisinin çocuğa yönelik şiddeti, cinsel istismarı normalleştirdiği görüldü. Adalete erişimin tam olarak gerçekleşememesi sosyal medyada hayatta kalanların adaleti kendilerinin aramasına, kamuoyu oluşturmalarına, Adalet Bakanlığı’na seslenmelerine neden oluyor.”

Af Örgütü’nden İstanbul Sözleşmesi Vurgusu

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanya Koordinatörü Göksu Özahıshalı, 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü için yaptığı açıklamada, “Yine yüzlerce kadının şiddet gördüğü, öldürüldüğü bir yılı geride bırakıyoruz. Bu şiddetin önlenmesi ve şiddetten hayatta kalanların adalete ve onarıma erişim hakkının sağlanması için altın standartları sunan İstanbul Sözleşmesi’nden toplumsal uzlaşıya bile bakılmaksızın bir gecede çıkılması, bu yıl, bizim açımızdan Türkiye’de yetkililerin kadın hakları açısından nerede durduğunu gösteren en somut örnek oldu,” dedi ve ekledi:

“Bütün bu olumsuzlukların arasında en güzel olan, bize en güç veren ise yine kadınların ve LGBTİ+’ların bu şiddete ve çekilme kararına karşı sokaklara çıkmaları, tepkilerini ellerinden gelen her yerde göstermeleri, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve sonrası süreçlerdeki dayanışma örnekleri oldu. Protesto hakları engellenmesine rağmen şiddete uğrama ya da yasal süreçlerle karşılaşma ihtimalleri dahi olsa da sokakta direnen binlerce kişi bize hem içinden geçtiğimiz (uluslararası hukukun ve temel insan haklarının hiçe sayılmak istendiği) zorlu koşulları gösteriyor hem de ülkedeki direnci ve dayanışmayı. Toplumsal cinsiyet eşitliği talebinde bulunan ve haklarından vazgeçmeyen büyük ve kararlı bir kesim var. Her şeye rağmen bu çok umut verici.”

İstanbul Sözleşmesi’ne artık taraf olunmamasının Türkiye’nin kadınların insan haklarına karşı daha az sorumlu olduğu anlamına gelmediğine vurgu yapan Özahıshalı, “Bağlı olduğumuz uluslararası ve bölgesel insan hakları sözleşmeleri ve standartları ile Türkiye Anayasa’sı haklarımızı korumaya devam ediyor. Bu bağlamda yakında bir rapor yayımlayarak, bu sorumlulukları tekrar tekrar hatırlatacağız,” dedi ve sözlerini şu şekilde sonlandırdı:

“Atılması gereken önemli adımlar ve verilen sözler var. Bizlerin görevi de haklarımız tam anlamıyla korunana, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanana ve artık kadınlar ve LGBTİ+’lar Türkiye’de güvenli ve eşit bir hayat sürebilene kadar mücadelemizi daha güçlü ve daha sesli sürdürmek.”

‘Kadınlar, En Yakınındaki Erkekler Tarafından En Çok Güvenli Olmaları Gereken Evlerinde Öldürülüyor’

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri Temsilcisi Nurşen İnal, “2021 yılında dünya genelinde ve ülkemizde pandemi ve ekonomik krizin etkisiyle kadınların maruz bırakıldığı eşitsizlikler ve haksızlıklar arttı” dedi. İnal, “Kadın cinayetleri ve şüpheli kadın ölümleri arttı. Türlü bahanelerle ilk işten çıkarılanlar kadınlar oldu. Eğitim alanından ilk koparılanlar kadınlar oldu. İşçi kadınların çalışma hayatlarında yükleri artarken çocuk bakımı, hasta bakımı gibi ev içi emekleri iki kat arttı. İşyerlerindeki güvencesizlik, esnek çalışma koşulları, mobbing, baskılar en çok kadınları etkiledi” ifadelerini kullandı.

İnal, ‘’Tüm emekçi kadınlar evde ayrıca okullu çocuğuna anne, aynı zamanda öğretmen olmak zorunda kaldı. İşsiz kalan eşe psikolog oldu. Çünkü evler toplumsal cinsiyet rollerinin ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ rollerinin yeniden üretildiği yerlerdir. Ev ve çocuk bakımı gibi işlerin ‘kadının sorumluluğu’ olarak görülmesine neden olan eşitsizlik kadının ev içi emeğini katlayarak artırdı. Kadına yönelik şiddetin en üst aşaması olan kadın cinayetleri evde şiddetle baş başa kalınan evlerde arttı. Her gün bu ülke kadın cinayetlerine şüpheli kadın ölümlerine uyandı. 2010 yılından beri her ay düzenli olarak tuttuğumuz verilerde kadınlar en çok en yakınındaki erkekler tarafından, en çok ateşli silahlarla, en çok evli olduğu erkekler tarafından, en çok da güvenli olmaları gerekli olan evlerinde öldürülüyorlar,’’ dedi.

Bu koşullarda Türkiye’nin bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı geri çektiğini hatırlatan İnal, “Artan kadın cinayetleri şekil değiştirerek, sokakta tanımadığı erkekler tarafından da öldürülmeye vardı. Şüpheli kadın ölümleri çok arttı. 25 Kasım 2020’den 25 Kasım 2021’e kadar 280 kadın cinayeti 200 şüpheli kadın ölümü oldu. Sözleşmeden çekilmenin verdiği mesajla cesaretlenen failler Başak Cengiz’in faili gibi ‘kadın olduğu için kolay öldürülebilir olduğundan ona saldırdım’ dediler. Önleyici tedbirler alınmadı. 6284 sayılı, kadınları şiddetten koruyan kanun etkin bir şekilde tüm maddeleriyle uygulanmadı,” diye belirtti.

İnal, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından evlerinde, sokak ortasında öldürülüyorken kolluk kuvvetlerine yasaları yeterince uygulamadığı için yaptırımlar getirilmedi. Bir süredir raporlarımızda açıkladığımız gibi intihar veya doğal ölüm gibi sunulan kadın ölümleri yeterince ve etkin soruşturulmadı. Bizler mücadele ederken çözüm yollarını da veriyoruz. Şüpheli kadın ölümlerinde yapılacaklar bellidir. Soruşturmalar dikkatli ve hızlıca yapılmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden fesih kararı geri çekilmeli, 6284 sayılı koruma kanunu tüm kurumlarıyla etkin uygulanmalıdır. Bu somut çözüm önerilerinin hayata geçirilmesini sağlamak devletin görevidir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık ‘Kadına şiddet sadece yasayla engellenemez’ diyerek ülkemizin gelişmiş bir çok ülkeden iyi noktada olduğuna dair açıklamalar yaptı. Kadınlar şiddet gördükten sonra gittikleri karakollardan kolluk kuvvetleri tarafından işlem yapılmadan yollanırken, şiddeti önleyen kanunlar uygulanmazken, yasalar şiddeti engellemez denilemez.”

Serhat News

(TYK)

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Kadın örgütlerinden 2021’in kadın hakları karnesi
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Erciş Haberleri