1. Haberler
  2. Güncel
  3. Kürtçe ‘öykü avcısı’: Köy köy dolaşıp hikaye anlatıyor

Kürtçe ‘öykü avcısı’: Köy köy dolaşıp hikaye anlatıyor

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ayhan Erkmen, Halkın Demokrasi Partisi’nden (HADEP) seçilerek 2004-2009 yılları arasında Kars’ın Dağpınar Belediye Başkanlığı’nı yürüttü. Daha sonra 2011 yılında hakkında açılan davalar nedeniyle hapse giren Erkmen, yedi yıl boyunca cezaevinde kaldı.

Cezaevinde Kürtçe öyküler yazan Erkmen, çıktıktan sonra çocukluğunda köy odalarında dinlediği Kürtçe hikayelerin peşine düştü.

Önce çocukluğunun hikayelerini anlatmaya ve kayıt altına almaya başladı. Daha sonra ise köy köy dolaşıp hikayeleri belgeledi.

Kendisini ‘öykü avcısı’ olarak tanımlayan Erkmen, hikayelerini bazen bir şehirde, bazen davet edildiği bir köyde aktarıyor. Ayrıca derlediği hikayeleri YouTube üzerinden anlattığı bir kanalı da bulunuyor.

Erkmen ile hikaye anlatıcılığındaki yolculuğunu Duvar’dan Selda Manduz’a anlattı.

‘Köy odalarında öyküler anlatılırdı’

Avukatlıkla başlayan, siyasetle devam eden hikâyeniz edebiyata nasıl evrildi?

Öncelikle edebiyata uzak olmadığımı, edebiyatın her zaman hayatımın bir parçası olduğunu belirteyim. Kars’a 2000’lerin başında geldim ve avukatlık yapmaya başladım. Ama o dönemde şiir ve öykü zaten yaşamımda vardı. Avukatsan, gençsen ve ağzın da biraz laf yapıyorsa, istemesen de kendini birilerinin davetiyle siyasette buluyorsun. O dönem HADEP “Kars’ta nerede belediye kazanılır?” diye çalışma yürütmüştü. Dağpınar’da (Pazarcık) karar kılındı ve beni 29 yaşında belediye başkanı adayı olarak gösterdiler. Siyaset hikayesi böyle başladı. Halkımızın teveccühü ile iki dönem belediye başkanı seçildim.

Siyasetten sonra uzun süre cezaevinde kaldınız. Cezaevinden çıktıktan sonra siyasete dönmediniz ve Kürtçe hikaye derlemeye başladınız. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Ben elektriğin olmadığı bir köyde doğdum. Yaşadığım köyde insanların kışın toplandığı köy odaları vardı. Köy odalarında öyküler anlatılır, dengbêjler deyiş söyler ve geçmişte başlarından geçen olayları anlatırlardı. 9 yaşına kadar her fırsat bulduğumda köy odalarına gittim, orada anlatılanları dinledim. Köy odalarına kadınlar gelemediği için eve döndüğümde annem ve kız kardeşlerime orada duyduklarımı anlatırdım. Bazı öykülerin tamamını anımsayamazdım, unuttuğum bölümlerde de hayal gücümü kullanırdım. Bu durum bizimkilerin hoşuna giderdi. Yetişkinlik dönemimde de arkadaş ve dost ortamlarında hep öykü, masal ve anı anlattım.

Yazı yazmaya da çocuklukta mı başladınız?

Evet. Çocukluğumda Erivan Radyosu vardı, Erivan Radyosu’nun dengbêjleri vardı. Onun bizim üzerimizdeki etkisi mistik bir etkiydi. Sonra avukat olup Kars’a geldiğimde, avukat Abdurrahman Alaca’yı tanıdım. Şairdi, entelektüeldi, müthiş bir birikimi vardı. Alaca’nın o entelektüel yönü beni etkiledi. Alaca, Kürtçe yazmıştı şiirlerini. “Ben niye Kürtçe yazmayayım?” diye düşündüm.

‘Hapishanede tüm Kürt klasiklerini okudum’

Kürtçede ustalaşmanız nasıl oldu?

Tutuklanmadan önce bir Kürtçe şiir kitabı, bir de Abdurrahman Alaca’nın şiirlerinin yer aldığı bir biyografi kitabı yayınlamıştım. Tutuklanmadan önce Kürtçeye bu kadar hakim değildim. Hapishanede 7 yıl kalınca tüm Kürt klasiklerini okudum; Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî, Feqiyê Teyran, Baba Tahirê Uryan…

Tuncer Uşar adlı bir arkadaşımla Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn eserini 7-8 ay boyunca birbirimize okuduk, üzerine konuştuk. Zana Farqînî’nin İstanbul Enstitüsü’nde yayınladığı sözlükler vardı, sözlüklerdeki tüm kelimeleri okudum. Samî Tan Rêziman’ın Kürtçe dil grameriyle ilgili kitabı vardı, Rêziman’ı birkaç kez okudum. Sovyetlerde yaşamış olan Kürt yazarlardan Erebê Şemo, Heciyê Cindî, Seyîdê Îbo, Ferîkê Ûsiv, Eskerê Boyîk’ın tüm kitaplarını okudum. Sonra dünya edebiyatından öyküleri okumaya başladım.

Cezaevindeyken birlikte kaldığım insanların öykülerini, onlardan duyduğum öyküleri yazmaya başladım. Dışarı çıkarken 35-40 öykü vardı elimde. Amacım tahliye olduktan sonra köy köy dolaşıp çocuklara öykü anlatmaktı, sonra bir baktım YouTube diye bir platform var.

Cezaevine girdiğinizde sosyal medya bu kadar gelişmiş değildi.

Haklısınız, bu kadar gelişmiş değildi. Oğlum Zal lisede okurken, “Baba sana YouTube kanalı açalım, öykülerini anlat, böylece daha çok insan öykülerine ulaşacak” dedi. Zal telefonla video çekti ve Youtube’a yükledik. 9-10 öykü yükledikten sonra Diyarbakır’daki PEL Ajans’tan teklif geldi ve profesyonel çekim yapmaya başladık.

‘Çocukluğumu arıyorum’

Arşiv mi oluşturuyordunuz kendinize?

Köy köy dolaşıp öykü anlatacaktım, sonra böyle oldu. 140-150 video öykü yaptım. Eskiden ben öykünün peşine düşüyordum; şimdi Amerika’dan, Moskova’dan, Belçika’dan, İran Horasan’dan insanlar beni arıyorlar ve öykü aktarıyorlar.

“Bizim köyümüzde de, bizim şehrimizde de böyle bir öykü yaşandı” gibi cümleleri duyuyorum. İnsanların anlattıkları üzerinden tarihsel okumalar yapıyorum, ailenin dramını tarihsel okumalarla birleştirip öykü çıkartıyorum. Bunu yaparken de klasik Kürt çîrokbêjler ve dengbêjlerin anlattığı öykülerle bugünkü öyküler arasında bir köprü oluşturuyorum. Günümüz formatını da kullanıyorum ama klasik formattan da çok kopmamaya çalışıyorum çünkü çocukluğumu arıyorum.

Ben ‘öykü avcısıyım’ ama bu noktada benim yol göstericilerim, çocukken oturduğum odada bana öykü anlatan çîrokbêjler. O yüzden konuşurken sanki onların ruhuyla konuşuyorum. Hep söylüyorum; benim yüreğimde yaşlı bir anne oturmuş, o konuşuyor, ben değil. Örneğin, ara geçişlerimi hep onların kalıplarıyla yaparım. Derim ki, “Em ê niha kê xeberdin em ê filan kesê xeberdin.” (Biz şimdi kimi konuşacağız, şu kişiyi konuşacağız.)

Yaşlılarla konuştuğumda kullandıkları bazı kalıplar, cümleler vardır. Beddua bile olsa hemen not alırım, onu bir öyküde kullanmak isterim. Hiç unutmam Kars’ta bir ev ziyaretinde, bir kadın gecenin üzerine yemin içmişti ve şöyle demişti: “Ez bi vê şeva ke û lal bikim/ Bu dilsiz ve sağır gecenin üzerine yemin ederim ki…” Hakikati, hakikate inandırmak için gecenin üzerine yemin ederek anlatmıştı anısını. Birçok öyküde yaşlı annenin diliyle konuştum. Digor-Şatıroğlu’ydu; dedim ki, “Ez bi vê şeva ker û lal.”

Yeni şeyler ya da yeni kelimeler öğrendiniz mi?

Tabii ki. Her konuştuğunuz insanda farklı kelimeler buluyorsunuz. Hala bile not defterime baksam size, “şu tarihte bunu öğrendim ya da şu tarihte bu kelimeyi öğrendim” derim. Çünkü kaybolmaya yüz tutmuş birçok kelimeyi de kurtarıyorsunuz. Bunları öykülerimde kullanmak istiyorum, kullanıyorum da unutulmasın diye.

Bilgisayarımda aynı anda çalıştığım 5-10 öykü vardır. Bana gelen öyküleri hemen yazayım ya da çekeyim derdinde değilim. Osmanlı’da arşiv okumaları yapıyorum, tarihsel okumalar yapıyorum. Seyyahların yazdıklarını, Rus arşivlerindeki bilgileri okuyorum. O döneme dair bana anlatılan anılar varsa o dönemi bilen yaşlıları arıyorum, bilgi alıyorum, sonra öykümü yazmaya başlıyorum.

Ne kadar sürüyor hazırlığınız?

Bazen bir öykünün benim yüreğimde demlenme süreci iki yılı buluyor. Hatta bazen bana bir öykü anlatan birkaç ay sonra arıyor ve “Bizim öyküyü unuttun mu” diye soruyor. “Öykünüzü deme almışım yüreğimde” diyorum.

Öykü anlatırken nasıl duygular içinde oluyorsunuz?

Öyküyü anlatırken kendimden geçiyorum bazen. Hiç unutmuyorum, Digor yöresinde Şênê’nin öyküsünü anlatmıştım. Şênê’ye zulmeden eşini anlatırken biraz ağır konuşmuşum. Şênê’nin torunu beni aradı ve “Öykünüzü dinledim ama benim dedeme hakaret etmişsiniz, çok üzüldüm” dedi. Ben de, “Nasıl hakaret ederim, benim ne haddime” diye yanıt verdim.

Sonra geri dönüp baktım, Şênê’ye zulmeden dedeye hakaret etmemişim ama ağır konuşmuşum. Sonra ben aradım torununu, “Tüm öykülerimi takip etmişsin, yani iyi bir öykü takipçisisin. Kusura bakma, dedene öyle söyledim ama sen kendini dedenin değil, nenenin yerine koy. O zulmü Şênê’ye yaşatan dedeye sen ne derdin?” diye sordum.

Öyküleri yaşlılardan dinliyorsunuz ve bunu gençlere aktarıyorsunuz. Gençlerin öykülere ilgisi nasıl?

Çok iyi. Örneğin şehir şehir dolaşıp öyküler anlatıyorum. İki sefer Van Barosu’nun misafiri olarak öyküler anlattık. Ben öyküleri anlattım, dengbêj stranları söyledi. Bizi dinlemeye gelen 500-600 kişinin yüzde 70’i gençti. Her geldiklerinde de fotoğraf çekiyorlar, paylaşıyorlar çünkü gençler sosyal platformları çok iyi kullanıyor. Kitapları alıyorlar, alırken imzalatıyorlar kitapları.

Kürt öyküleri üzerine çalışan gençler var. Araştırma konusu yapmışlar mesela, referansları ben oluyorum ya da “Kürt öyküleri üzerine şu konuyu çalışıyorum, yardımcı olur musunuz?” diyorlar. Duhok’taki üniversiteden ya da Artuklu Üniversitesi’den hocalarımız arıyor, fikir teatisinde bulunuyorlar.

‘Haco Ağa’yı anlatacaksam Midyat’a Gidiyorum’

Bu öyküler yazıya çevriliyor mu?

Evet, geçen sene ‘Çîrokên Dengbêjan/Dengbej Öyküleri’ adlı bir kitabım çıktı, bir önceki sene ise ‘Çîrokên Serhedê/Serhat Öyküleri’ adlı kitabım yayınlandı. Serhat Öyküleri, Türkçe ve Kürtçeydi ama Dengbêj Öyküleri tek dilden yayınlandı.

Şu anda da yazdığım, yayınlanmaya hazır diyebileceğim yüzlerce öykü var. Fakat insanlar okumuyorlar sadece seyrediyorlar, acı olan o. Ben kahramanımın bulunduğu şehre, köye giderim, orada anlatırım. Filîtê Quto’u anlatacaksam Batman’a giderim, Abdurrahman Alaca’yı anlatacaksam Kars’ın Alaca köyüne giderim. Yahut Haco Ağa’yı anlatacaksam Midyat’a gidiyorum. Elîkê Betê’nın Mizizex köyüne gidiyorum, onun mezarının başında anlatıyorum öyküyü. Bu insanlara ilginç geliyor.

Tepki Ver | Tepki verilmemiş
0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
Kürtçe ‘öykü avcısı’: Köy köy dolaşıp hikaye anlatıyor
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir