Sadece coğrafyamızda değil, dünyanın her bölgesinde küresel krizin dalgaları hızla yayılmaktadır.
Krizin planlanmış bir boyutu olarak düşündüğüm ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da önlenemez boyutlarda yükselmektedir.
Çatışma ve savaşa neden olacak boyutlarda geliştirilen düşmanlıklar; insanlığın yarınlara ilişkin beklentilerini ve umutlarını da tehdit etmektedir.
Amin Maalouf’un kitabında belirttiği gibi “Çağımızda umutsuzluk; denizleri, duvarları, tüm somut veya zihinsel sınırları aşarak yayılıyor ve önüne set çekmek kolay değil.” (Uygarlıkların Batışı-(Sh:62)
Avrupa’dan yayılan yabancı düşmanlığı, ülkemizde “göçmen düşmanlığı” ve radikal milliyetçilikle birleşerek büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
İktidar-muhalefet ayırımı olmaksızın siyasi partilerde karşılık bulması, toplumsal kutuplaşmayı ve ayrışmayı da doğrudan etkilemektedir.
Geçmişte Avrupa’da ırkçılığın neden olduğu tarihi gerçeklerden şu sonucu çıkarmak mümkündür:
Bugün ırkçılığa prim verenler, yarın faşizmin çizmeleri altına kırmızı halı sermek durumunda kalabilirler.
20’nci yüzyılın başlarında cumhuriyet ve demokrasi rüzgarını politik hamasete dönüştüren İspanya, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin, seçimler marifetiyle halkın desteğinde faşizme dönüşmeleri üzerinden henüz bir asır dahi geçmedi.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları gibi büyük felaketlerin izleri ve travmaları hala yaşanmaktadır.
Buna rağmen, hiç yaşanmamış gibi ırkçılık ve yabancı düşmanlığının çağımızda yeniden alevlenmesi ve dalga dalga yayılması dehşet vericidir.
Türkiye, bu dalgalanmanın etkisiyle gerçekleştirdiği cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile demokrasi ve hukuk devleti iddiasından hızla uzaklaşarak otoriterliğe ve “tek adam” rejimine dönüştü.
Başta yargı sistemi olmak üzere her alanda yeni bir “vesayet” oluştu. Hak ve hukuk ihlalleri, keyfi ve ideolojik uygulamalar yaygınlaştı.
Vesayeti eleştirmek, sorgulamak artık suçlanmak için yeterli bir neden oldu.
Böyle devam etmesi durumunda dinbazlık ve ırkçılğın bir yönetim ideolojisi olarak kurumsallaşması ve faşizme dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Muhalefet dahil siyasi partilerin, özellikle de halkın dinbazlık ve ırkçılığı bir tehdit olarak görmemesini, ülkemiz için en büyük tehlike ve bir akıl tutulması olarak gördüğümü belirtmeliyim.
Gerçekten de makuliyetin öncelenmediği ve makul siyasetin önemsenmediği toplumlarda ayrışma, kutuplaşma, vesayet kaçınılmaz hale gelmektedir.
Çok açıktır ki demokrasiden uzaklaştığımız gibi geniş halk tabanını kuşatacak makul bir siyaset anlayışından da uzaklaştık, hatta kopmak üzereyiz.
Ne yazık ki makuliyeti, toplumsal merkezi, itidali, barışı temsil eden bir siyasi parti de yoktur.
Oysa kutuplaşmayı, ayrışmayı, düşmanlıkları önlemek ve toplumsal huzuru, toplumsal bütünlüğü ve barışı sağlamak ancak makul siyasetle mümkün olabilir.
Makul siyaset için öncelikli ve en önemli olan; toplumsal bütünlük, huzur, barış, demokrasi, hukuk ve muasırlaşma iddiası ve inancıdır.
Bunlar yoksa, onlarca, hatta yüzlerce siyasi partinin olması, demokrasi ve makul siyaset için bir umut olmayacaktır.
Bu iddiayı gerçekleştirmek için de muasırlaşmayı, makuliyet ve itidali içselleştirmiş siyasi aktörlere ve partilere ihtiyaç vardır.
İdeolojik ve hamasi siyasetin çözüm olmayacağı çok açıktır.
Hangi gerekçeyle olursa olsun yönetime talip bir kitle partisinin; otoriter yönetim, ırkçılık, ayırımcılık ve radikal ideolojiler karşısında ‘makuliyet’ yerine “ideolojik” bir limana sığınmasını doğru bulmuyorum.
Her partide ayrıştırıcı, ayırımcı, dışlayışı ve ötekileştirici bir siyaset dili gelişirken makul ve mutedil bir siyasetten söz edebilir miyiz?
Toplumsal çoğulculuğu, farklılıkları ve çeşitliliği yok sayan veya görmezden gelen siyasi partilerin “makuliyet” iddiaları inandırıcı olabilir mi?
Elbette HAYIR!
Ne yazık ki ‘makul siyaset’ yoksunluğu; ülkemizi faşizme daha çok yaklaştırmakta, sorunları daha da derinleştirmekte ve çözümsüz kılmaktadır.
Bu bağlamda kapsayıcı makul bir partiden söz etmek veya bu süreçte yenisini kurmak mümkün olmadığına göre mevcut partilerden birisinin ‘makuliyet’ merkezli bir siyaset geliştirmesi ülkemiz açısından hayati derecede önemlidir.
“Demokrasi” iddiasıyla yola çıkan DEVA Partisi’nden beklenen bu rol, ne yazık ki hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Yeniden umut olması en azından yakın zamanda mümkün görünmüyor.
Makuliyet çabaları, “milliyetçilik” temelinde kurulan İYİ Parti’de görülmektedir.
Yanılıyor olabilirim ancak etnik milliyetçilikten makul milliyetçiliğe doğru yeni bir stratejinin uygulanmaya konulduğunu gözlemliyoruz.
Peki bu stratejinin başarı şansı var mı?
Başarılı olup olmayacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Ancak demokratik ve çoğulcu siyasetin hayat bulmadığı toplumlarda makul milliyetçiliğin önemli roller üstlenebileceğine inanıyorum.
Makuliyet ve milliyetçiliği bir arada düşünmek ve birlikte tanımlamak İYİ Parti için bir çıkış yolu olabilir diye düşünüyorum.
Makul milliyetçiliği şöyle tanımlamak mümkün olabilir mi?
– Makul milliyetçilik ‘Türkiye’ ortak paydasıdır.
– Makul milliyetçilik, Türkiye’nin demokrasi ve muasırlaşma hedefidir.
– Makul milliyetçilik, farklı inanç ve etnik unsurlarla ‘eşit vatandaşlık’ temelinde dayanışmak ve birlik olmaktır.
– Makul milliyetçilik, vatandaşlar arasında ayırım yapan veya bir bölümünü diğerlerinden üstün tutan etnik milliyetçilikten farklı olarak vatandaşlar arasında ayırım yapmadan herkesi ve her kesimi ortak ilkelerde buluşturmaktır.
– Makul milliyetçilik, vatandaşa karşı devleti savunmak ve devletçilik yapmak değil, ceberut devlete karşı vatandaşın hak ve hürriyetlerini, hukukunu, huzur ve refahını ve gençlerin geleceğini savunmaktır.
– Makul milliyetçilik, devleti millet yararına akıl-bilgi ve hukuk ile yönetmek ve korumaktır.
– Makul milliyetçilik, içerde farklı unsurlarla, dışarıda ise komşular başta olmak üzere bütün ülkelerle barış içinde olmaktır.
– Makul milliyetçilik, ayrıştırıcı ideolojik limandan çıkarak makuliyet limanına demir atmaktır.
– Makul milliyetçilik, farklı olanla yan yana, omuz omuza ülkesi ve insanları için doğru ve yararlı olanı yapmaktır.
– Makul milliyetçilik, farklı unsurları, farklılıkları ve haklarıyla yönetmeyi başarmaktır.
Makuliyet ilkelerin çoğaltmak mümkündür.
Meral Akşener öncülüğünde İYİ Parti’nin ‘makul siyaset’ arayışını önemsiyorum ancak konuya ilişkin kamuoyuna sunulan bir projesinin henüz olmadığını sanıyorum.
Umarım kuşatıcı bir makuliyet projesiyle kamuoyunun önüne çıkar.
MHP etkisinden hala kurtulamamış bazı militarist politikacıların ideolojik tutumlarının, İYİ Parti’de ihtiyaç duyulan açılım ve değişimi engellediği de iddia edilmektedir.
Bu nedenle değişim çabalarının yeterince toplumda bir heyecan oluşturmadığı ve siyasi bir rüzgâr estirmediği yorumları yapılmaktadır.
Bana göre de İYİ Parti, makuliyet ve muasırlaşma yolunda bir atılım ve açılım yapacaksa öncelikle yetkili kurullarda ve kendi içinde radikal milliyetçilikle yüzleşmek zorundadır.
Meral Akşener’e ve partisine yoğun bir ilgi olduğu ortadadır ancak ideolojik çemberi yarmaması durumunda bu ilginin oya dönüşmesi mümkün olmayabilir.
Egemen etnik milliyetçiliği, makul milliyetçilik olarak tanımlayamayız. Etnik milliyetçilik, radikal milliyetçilik biçimidir.
Makul olarak tanımladığım ve siyasal meşruiyeti olan ülke milliyetçiliğidir. Bu anlayışı “sivil milliyetçilik” olarak da tanımlayanlar vardır.
MHP’ye karşı tahkimat yapmak için milliyetçi gelenekten gelenlere veya milliyetçi muhafazakarlara parti rozeti takarak makul siyasetin merkezi olmak mümkün değildir.
İYİ Parti, makul merkezde konumlanmak istiyorsa, radikal milliyetçiliği MHP’ye terk etmesi ve MHP’nin değil, iktidarın alternatifi olarak konumlanması gerektiği kanaatindeyim.
Birinci parti olmak için MHP ve CHP’den kaçan oyları almak yeterli değildir. Türkiye’nin geleceğinden endişe duyan AK Parti seçmen kitlesine de adres olmak gerekir.
Özellikle AK Partinin muhafazakâr Kütlerle ayrışmaya başladığı, makuliyetten uzaklaştığı, kuruluş ilkelerinden saptığı, devletçi ve milliyetçi limana sığındığı bir süreçte, İYİ Parti makul ve kuşatıcı bir siyaset ile büyük bir çıkış gerçekleştirebilir.
Bu çıkış, İYİ Partiyi birinci, Meral Akşener’i de sistem değişikliği sonucu Başbakanlık hedefine ulaştırmasını mümkün kılabilir.
Bunun için öncelikli hedef kitlesi artık AK Parti seçmeni olmalıdır. Siyasi açılımla birlikte partiye katılımların AK Parti camiası tarafından ‘misyon sahibi’ görülen makul aktörlerden seçilmesi gerekir.
Esas itibarıyla toplumsal çoğunluğun İYİ Parti ve Meral Akşener’den beklentisi; ideolojik kutuplaşmayı, Kürt düşmanlığını ve etnik ayrışmayı ortadan kaldıracak makul ve demokratik siyasetin yolunu açmasıdır.
İnanıyorum ki demokrasi, Türkiye’nin güvenli tek limanıdır.
İYİ Parti’de yenilenmeyi, açılım ve değişimi sadece partinin değil, ülkemizin yararı için zorunlu görüyorum. Çünkü seçimler öncesi bunu yapacak başka bir parti ve lider gözükmüyor.
Demokrasi ve makul siyasetin gereğine karar vermesi durumunda Meral Akşener’in değişimi gerçekleştirecek cesarete ve yol arkadaşlarına sahip olduğuna inanıyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Serhat News’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.