Liceli Kurdîzade Ahmet Ramiz, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında yaşamış önemli bir Kürt aydındır. Yazar ve siyasi figürdür. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve erken Cumhuriyet döneminde faaliyet göstermiştir. Kürt kimliği ve kültürü üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır.
“Kurdizade Ahmet Ramiz, 1878 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Zengesor (Akçabudak) köyünün Mehmûdan mezrasında doğmuştur. Babası Mele Abdullah ve anesi de Fatime Hanım’dır. Ahmet Ramiz, yedisi erkek ikisi kız olmak üzere dokuz kardeşli bir evde büyümüştür. Eğitiminin ilk aşamasına babası Mele Abdullah’ın yanında başlamış, daha sonra babası vazife gereği Diyarbekir’e yerleştiği için, eğitimine Mesûdîye Medresesi’nde devam etmiştir.” (Said Veroj) daha sonra İstanbul’da eğitimine devam etmiştir. Bu dönemde Osmanlı’nın çok kültürlü yapısından etkilenmiş ve Kürt kimliği üzerine düşünmeye başlamıştır.
1904 yılında üniversite eğitimi için gittiği Mısır’da hükümet karşıtı faaliyetleriyle isminden bahsedilir olmuştur. 1905 yılında Mısır’da küçük bir matbaada Kürdistan’la ilgili bir tanıtım risalesi yayınlayan Kürdîzade Ahmed Ramîz, 1906 yılında Meleyê Batê’nin Kürtçe mevlidini yayınladı ve Kürtçe kitapların yayımlamak için Sadel Ekrad adıyla bir matbaa kurdu.
24 Temmuz 1908’de bir ihtilalle kabul ettirilen II. Meşrutiyet’in ilanı sonrası İstanbul’a gelen Kürdizade Ahmed Ramîz, bu görece özgür ortamda Kürdistan’ın bağımsızlaştırılması için çalışmalarda bulundu. 19 Eylül 1908’de İstanbul’da kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin yönetiminde yer alan Kürdizade, 1910 yılında Kürtçe eğitim ve kitaplarla ilgilenmek üzere kurulan Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti’nin de kurucuları arasında yerini almıştır. Cemiyetin Divanyolu’nda açtığı Kürt Mektebi’ne müdür olarak atadığı Kürdizade, ayrıca İstanbul’da kurduğu Amedî adlı matbaada yayıncılık yapmaktaydı. Kürdîzade, 1910 yılında Meşrutiyetle birlikte açılan Kürt Mektebî’nin de müdürüydü.
“Kürdizâde Ahmet Ramiz Bey, Diyarbekir’in Lice ilçesinin yetiştirdiği milliyetçi bir kişidir. Tüm yaşamı Kürt siyasetiy- le uğraşmakla geçmiştir. 1900 tarihinde Diyarbekirli Fikri Efendi’nin girişimiyle kurulan Kürdistan Azm-i Kavi Cemi- yetine katılmış ve 1904 yılında Mısır’a iltica ederek orada bu Cemiyet adına çalışmıştır. Ezher (Üniversitesi) Kürt Bölü- münde eğitim gören merhum, Mısır’da çalışan Jön Türklerle ilişkiye geçerek, bunlar arasında önemli bir konuma sahip olmuş, bilinçliliği ve becerikliliğiyle ün kazanmıştır.
Meş- rutiyetin ilanından sonra Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin İstanbul’da açtığı okulda müdürlük yapmıştır. 1) Hataya Selef ve Halef, 2) İhtara Dicle ve Fırat veya Gazîya Havara Mabeyn-î Nehran, 3) Paşvemana Kurdan veya Kurdistan, 4) Hîmayekirina Maarîf veya Hîmaye Nekirina Maarif adlarıy- la eserleri vardır. “ Kadri Cemilpaşa Doza kurdistan kitabında bu şekilde bahsetmektedir.
Kürdîzade, yayımladığı Dağıstanlı Hüseyin Kami’nin Divançe-i Dehri adlı kitabıyla ilgili 1911 yılının sonlarında koğuşturma geçirir ve yakalanarak Kastamonu’ya sürgün edilir. 12 Temmuz 1912’de hükümetin değişmesi ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın yönetime gelmesi üzerine İstanbul’daki Kürtlerin hükümet üzerinde baskı kurmalarıyla çıkarılan af listesinin 111. sırasında onun da adı geçmektedir.
İstanbul’a dönüşünden sonra Seyid Abdülkadir ile birlikte çalışmaya başlayan Kürdîzade, bu dönemde 60 dolayında kitap basar ve bunların çoğuna önsöz yazar. Yayımladığı çoğu kitaptan dolayı başı beladan kurtulmaz ve birkaç kez daha sürgüne gönderilir.
Bediüzzaman Said-i Kürdi’yi İstanbul’daki Kürt çevresiyle de tanıştırmış olan Kürdizade Ahmet Ramiz, 31 Mart 1909 hadisesi dolayısı ile Divan-ı Harb-ı Örfi’de yargılanan Said-i Kürdi’nin savunmalarını yayınladığı risalenin de editörüdür. Her gün onlarca kişinin idam edildiği bir dönemde baskıcı hükümeti sert bir dille eleştiren Said-i Kürdi’nin İkbal Matbaasında 1911′de basılan “İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi veyahut Divan-ı Harbi Örfi” adlı 48 sayfalık bu eserine önsöz yazan Kürdizade, onu Bediüzzaman olarak takdim eder.
Bu kitapçıkta Kürtlere “Ey Asurîler ve Keyânîlerin dünyaya hükmettiği dönemlerden beri başlangıç, kahraman askerleri olan aslan Kürtler! Beş yüz boyunca yıl uyudunuz. Artık yeter, uyanın! Sabah zamanı geldi. Aksi takdirde, bu uçsuz bucaksız yırtıcı yırtıklarda gaflet içinde kalırsanız, vahşet sizi yağma. Hikmet’ denilen ve evrenin düzenini sağlayan sistem, bir telgraf hattı gibi tüm dünyaya yayılan ilahi nur kanunlarıyla işler. Ezelden beri kaldırdığı işaretler size sesleniyor: Ayrılıkla küçük damlalara bölünüp yok olan çaba ve güç, milliyet düşünceleriyle birleştirmek ve kaynaştırın. Büyük durumlarda küçük zerrelerin çekim gücüyle birleşmesi gibi, büyük bir milli eğitim gücüyle bir araya gelerek, bir gezegen gibi döndürerek, Osmanlı’nın İslam güneşi çevresinde parlak bir yıldız gibi konumlandırın ve böylece genel dengeyi ve dağılmayı bırakın.”
Bu ifadelerle Kürtleri uyandırmaya çağıran Said-i Kürdi için Ahmed Ramiz, bu eserinin önsözünü kaleme almıştır.
Kürt aydınları ve yazarları için kaleme aldığı bir yazıda, Kürtler! İyi dinleyin beni, size tarihi bir hikaye anlatacağım. İki devlet vardı, biri İran, diğeri Yunan. Yunan devleti, bir komutanına kızmış ve onu öldürme emri vermişti. Komutan kaçmış, sığınma ve korunma talebinde bulunmuştu İran devletinden. Sonrasında, iki devlet arasında savaş çıktı. İran şahı, bunu kabul etti ve hatta Yunan komutanını bir orduya komutan yapmak istedi. Ancak o komutan bunu kabul etmedi ve reddetti. İran şahı ısrar etti, şiddetle üsteledi. O, ısrarı reddetti. Sonunda, ölümü tercih etti. Kendi kavmine ihanet etmektense, zehir içti. Kendi eliyle kendini öldürdü. Biz Kürtler, birbirimize düşmanlık yapmayı iyi biliriz. Kendi kavmimize ve aşiretimize ihaneti çok iyi biliriz. Erkek, kahraman, yiğit, şehit ve kutsal insan; kendi ölümünü tercih eden ve kendi kavmine ihanet etmektense ölümü daha iyi gören kişidir. Kürt edebiyatçıları, Kürtlükten çıkıyorlar. Kürtlükten çıkmalarının kendilerine şeref ve yüksek bir mevki kazandırdığını sanıyorlar; bilmiyorlar ki bu bir ahmaklık ve rezalettir. Çünkü kökünü kaybeden kişi haramzadedir. Haramzadelerin derecesi “esfele’s-safilîn”dir, yani en rezil, sefil ve kötü derecedir.
Dönemin Türk yazarları tarafından daha çok Kürt milliyetçisi olarak bahsedilen Kürdîzade’nin Mehemed Mihrî Bey ile birlikte Kürdistan adlı dergiyi çıkarmışlardır. 1925 yılında Şeyh Said isyanı başlayınca İstanbul’da yaşayan Kürt aydınları da birer birer tutuklanınca Kürdîzade Ahmed Ramîz de Mısır üzerinden Suriye’ye gider.
Kürt tarihi araştırmacılarının neredeyse izini kaybettiği bu Kürt hamiyetperverinin 1940′lı yılların başında hastalanarak ölmüştür. Şam’da öldükten sonra buradaki Kürt mezarlığına defnedildiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.
Serhat News
Necdet Yentürk yazdı: Bir Kürt münevverinin portresi 2: Doktor Fuad
Necdet Yentürk yazdı: Bir Kürt münevverinin portresi 1: Xelil Xeyali